HAREMEYN HAYRINA KURULAN ANADOLU VAKIFLARI

   Devleti Aliyeyi Osmaniye'de Evkaflar ehemmiyetle tutulmuş bir defter, bize bu vakıfların coğrafi dağılımı ve mali kaynaklan hakkında bilgi vermektedir. Bu bilgiler, Osmanlı üst düzey memurları arasında çıkan bir tartışmadan ötürü bir araya getirilmişti; içerdiği verileri tam olarak anlayabilmek için, arka planı biraz ayrıntılı olarak açıklamak gerekiyor. Anadolu ve Rumeli vakıflarının çoğu özel şahıslar tarafından kurulmuştu. Fakat yıllık gelir ve iradları merkezi hükümet tarafından toplanıyor ve hepsi bir arada Hicaz'a gönderiliyordu. Nakliye maliyetleri açısından, bu kesinlikle en ekonomik çözümdü, ancak, vakfa ait paranın Osmanlı yönetiminin günlük giderleri için harcanma tehlikesi de yadsınamazdı. İşte Osmanlı yetkilileri, pek çok küçük özel vakfın ödemesi gereken miktarı oluşturan ve bulunduktan bölgedeki hasat ile iç güvenlik koşullarına göre büyük değişiklikler gösteren asıl gelirleri yerine, yönetimin Hicaz halkına standart bir tutar ödemesinin daha uygun olup olmayacağı konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Osmanlı hükümetinin Haremeyn'in yoksullarına yapılan bağışlardan bir bölümüne el koymasına ve bu şekilde, İslami vakıf hukukunda son derece mukaddes olan kurucuların takdir hakkının ihlal edilmesine yol açacak yeni düzenlemeye muhalefet eden memurlar mutlaka vardı. Ancak, bu metindeki gayet diplomatik ve nazik ifadeler bu muhalefeti dile getirmemektedir. Eski yöntemi sürdürmeyi tercih edenler bunun yerine, yeni düzenlemenin hiç emsali olmadığına işaret etmekteydiler; çünkü önceden emsal olduğu ileri sürülmüş bir olayın daha sonra yapılan inceleme sonucu böyle olmadığı ortaya çıkmıştı. Sonunda dava Sultan III. Murat'a (1574-95) getirildi. O da Haremeyn hayrına olan vakıfların tüm gelirlerinin kanuni alıcılarına gönderilmesi ve bağışçıların arzuları hilafına bir iş yapılmasından şiddetle kaçınılmasına karar verdi.

   III. Murat'a karar verirken bir dayanak oluşturmayı amaçladığından, metin muhtemelen büyük bir dikkatle yazılmıştı. Davanın hükme bağlanmasını kolaylaştırmak ve daha sonra maliye memurlarının faaliyetlerini denetleyebilmek amacıyla, vakıflar birer birer sıralanmaktaydı. Liste İstanbul, Edirne ve Bursa'ya, Rumeli'nin büyük bölümünü ve Anadolu'nun Anadolu, Karaman, Rum, Maraş ve Diyarbakır vilayetlerini kapsamaktadır. Suriye, Kıbrıs adası ve Bağdat'taki vakıflar da kaydedilmişti; böylece, liste Mısır'da yer alanlar dışındaki tüm Mekke ve Medine vakıflarının hemen hemen eksiksiz bir dökümünü vermektedir.

   1588-9'da Anadolu ve Rumeli vakıflarının düzenli geliri 3.375.610 akçe olarak kaydedilmişti. Eğer bir kereliğine yapılan bağışları ve önceki yıllardan kalan borçlan eklersek, tutar 4.206.142 akçe ya da 35.051 Osmanlı altını oluyor. Bu, Mısır vakıflarının ödemeleriyle karşılaştırılırsa oldukça alçakgönüllü bir katkıydı; tüm sorunlarına karşın, Büyük Deşişe tek başına 64.600 altına yakın para gönderiyordu. Gene de, bu vakıfların kurucularının çoğunun özel şahıslar olduğu göz önüne alınırsa, bu tutar son derece etkileyicidir. Ne de olsa, bu dönemde Anadolu'nun taşra kasabalarında birkaç bin akçe ile ev satın alınabiliyordu; İstanbul'da 16. yüzyılın son haftalarında ve aylarında 355 gramlık ekmek bir akçe ve bir tavuk 14-16 akçeye satılıyordu.
   Osmanlı başkentinde Haremeyn, özellikle de Medine yararına kurulan vakıflar son derece yaygın olmakla birlikte bu, İstanbul sakinlerinin yaptıkları hayır işlerinde birinci sırayı Hicaz'ın yoksullarına verdikleri anlamına gelmemektedir. Vakıflar genellikle belirli insanlann, örneğin vakfı kuranın ailesi ya da eski köleleri yararına kuruluyordu. Bu vakıftan yararlanan kişilerin ölümleri durumunda, vakıf geliri daha sonra Mekke ya da Medine yoksullarına aktarılıyordu. Padişah ailesinin mensuplarının kurdukları vakıflarda, genellikle bir miktar para daha başından itibaren Hicaz yoksullarına ayrılıyordu. Nitekim Sultan I. Selim'in (1512-20) annesi, Medine yoksullarına yılda 1000 altın eşrefiyenin dağıtılmasını emretmişti. Bu para, İstanbul'da (bugün hâlâ ayakta olan) Sultan II. Bayezid (1481-1512) halk hamamı müşterilerinin ödedikleri ücretten alınacaktı.

   Mekke ve Medine bağlantılı vakıfların pek çoğu 16. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan enflasyondan şiddetle etkilendiler. Dönemin temel Osmanlı gümüş sikkesi olan akçe Haremeyn'de kullanılmadığından, tahsisatların ödenmesinde genellikle altın sikkeler kullanılıyordu. Ancak, akçe, Osmanlı altını karşısında devalüe edilince, Anadolu ve Rumeli vakıflarının ödemeleri de buna paralel olarak azaldı. Bazı vakıf kurucuları, vakfın yapacağı ödemeleri altın para olarak belirleyerek buna engel olmaya çalıştılar. Elimizde Mehmed b. Ahmed adında bir İstanbullu ‘ya ait vakfın, bu türden bir ibareyi içeren vakfiyesi bulunuyor. Fakat bu da sorunu çözemedi; Akçe yüzde 100 devalüe edilince, vakfın bağış sahibinin şartını yerine getirmek istiyorsa, gelirlerini aynı miktarda artırması gerekiyordu. Çoğu durumda, bu kesinlikle mümkün olmayacaktı.

   İstanbul'un dışındaki Balkan yarımadasında, Haremeyn hayrına kurulmuş vakıflar eski başkent Edirne ve çevresinde yoğunlaşmıştı. Selanik ve Yenice Vardar bölgesinde, 14. yüzyılda Balkanlar'daki Osmanlı fetihlerinde önemli bir rol oynamış olan Gazi Evrenos'un torunları Medine yoksulları için bir vakıf kurmuşlardı. Ancak, bu tür vakıflar Batı ve Orta Anadolu'da çok daha yaygındı. Osmanlı padişahlarının bir diğer eski başkenti olan Bursa, değerleri İstanbul'daki benzerlerinden çok daha düşük olmakla birlikte, bu türden çok sayıda vakıf barındınyordu. Amasya, Tokat, Sivas ve Kayseri bölgesinde, ayrıca kuzey ve orta Anadolu'da bir dizi zengin vakıf Mekke ve Medine yoksullarına hizmet ediyordu. Önemli ticaret merkezleri olmalarına karşın, Amasya hariç, hiçbiri şehzade ve padişahların belirli bir süre yaşadığı yerler olmadığından, bu durum son derece dikkate değerdir. Öte yandan, Orta Anadolu'nun güneyindeki Konya Ereğlisi'nin vakıfları varlıklarını, kervanların bu mola yerini küçük fakat etkin bir kasabaya dönüştürmüş olan Osmanlı öncesi Karamanlı hanedanına borçluydu. Gelgelelim, ticaret merkezi Diyarbakır dışında, Doğu Anadolu'nun seyrek yerleşimli sınır bölgelerinde Haremeyn yaranna kurulan vakıflar son derece azdı. Daha yeni Venedikliler ‘den alınmış olan Kıbrıs Adası'nda Osmanlı valileri bu türden vakıflar kurmuşlardı. Elimizdeki belge, Musul ve Bağdat'ta Mekke ve Medine adına kurulmuş vakıflara da gönderme yapmaktadır. Ancak, Osmanlı egemenliğinin henüz tümüyle sağlanmamış olduğu bu uzak vilayetler hakkında ayrıntılı bilgi yoktur.

   Böylelikle Mekke ve Medine yararına çalışan vakıfları iki farklı kategoride toplamamız mümkün: İstanbul'da ve daha küçük çapta olmak üzere Edirne ile diğer büyücek Anadolu kentlerinde, muhtemelen çoğu yerel tüccar ve zaman zaman da varlıklı zanaatkârlarca kurulan sayısız küçük vakıf olduğunu görüyoruz. Bu büyücek kent merkezlerinin dışında, Hicazlı yoksullar yararına vakıflar, genellikle Osmanlı memurları ve kimi zaman da padişah ailesi mensuplarınca kurulmuşlardı. Yakın geçmişte Venedik'e bağlı olan Kıbrıs gibi yeni fethedilmiş topraklarda bu vakıflar, büyük olasılıkla Osmanlı yönetiminin İslam dünyasının dinsel merkezleriyle sağlam ve kalıcı bir bağ oluşturma niyetini simgeliyordu.

YORUM EKLE