İŞ Mİ BU!?

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

1928 yılında bir kısım ilahiyatçı profesörlerin imzasıyla "İslamiyeti Islah (!) Proje Ve Beyannamesi" başlıklı aslında İslamdan uzaklaşmanın yeni adımları dense hiç de mübalağa sayılmayacak bir ucube o günün gazetelerinde yayınlandı. bundan maksat islamın temel kaidelerine, esaslarına aykırı, alaya, hafife alan densizliklerin önü açılmış olacaktı...

Din nazarında asla kabulü mümkün olmayan melanetler bu heyetin hazırlayıp müslüman ümmete zorla, zulümle, baskıyla deklere edilmiş oluyordu.

Allah'ın evleri olan Camilere mescidlere sıralar, sandalyeler konulmak suretiyle kiliselere benzetiliyordu.. ayrıca mabetlerde piyano vs. gibi değişik çalgı aletleri bulunmalıydı.. İbadetin dili türkçedir, arabi lisan asla ibadete karışmamalıydı.. Kur'an, ezan, hutbeler türkçe okunacaktı.

İlm-i kelam veya tasavvuf an'anesinden gelen hocalar halkın dini ihtiyaçlarının giderilmesi yönünde icra olunacak faaliyetlerde asla söz sahibi edilmemeliydi.. hatta bu ihtiyacı karşılayacak modernizme ayak uydurmuş kafi miktarda ilahiyatçı din alimi yoksa, İlahiyat fakülteleri açılıp böyle münevverler (!) yetiştirilinceye kadar hariçten batılı şarkiyatçı filozoflar davet edilip türk halkının bu surette tenviri (!) sağlanmalıydı.

Burada bir anekdot: Bu beyannamenin akabinde gelen zulüm fırtınaları sayesinde yıkılmayan dini müessese kalmamıştır. 1930 miladi senesi, daha 2-3 yıl ancak geçmiş.. İstanbul müftüsü Fehmi hoca koskoca Süleymaniye'ye tayin edecek imam bulamadığı için çaresizce bir-iki sureyi çat-pat okuyabilen bir mahalle bekçisini imam tayin etmiştir.. ister gül ister ağla!..

Bahsettiğimiz İlahiyat fakültelerinin kuruluş sebebinin İslamiyetin kıvamını bozmak olduğunu böylece tespit ettikten sonra anlıyoruz ki adamlar epeyce mesafe ve merhale kat'etmişler, menhus emellerine ulaşmışlar...

Öyle yumurtalar ortaya çıkıyor ki, bir ilahiyatçı bunları nasıl söyleyebilir diye hayretten donup kalıyor insan!..

Sayısı belirsiz dinde olmayan o kadar saçmalık, sapıklık, hadsizlik var ki hangi birini sayıp dökeyim.. hatta bu cürümlerinde o kadar ileri gittiler ki, içlerinden "Kur'an olmasaydı daha iyi olurduk" demek bahtsızlığına düşenler bile oldu...

Düşünün ki, birçok dinsiz batılı feylesofun fikirleriyle tenvir olunmuş (!) ateist adamların İlahiyatlarda, İmam-hatiplerde tefsir, hadis, akaid, fıkıh ve benzeri meslek derslerine hoca sıfatıyla giriyor olması başlı başına ciddi, dehşetli problemlerle karşı karşıya olduğumuz bir gerçek...

Evet ateist veya ehl-i sünnete zıt görüşlü hocalar az bir kısım da olsa dini tahrif etmek, bozmak için kifayet ediyor. Bu aynen şöyle bir şeye benziyor; Bir hastaya deva, şifa olmasını düşündüğünüz bir ilaç hazırlıyorsunuz, ama aynı zamanda hastalığı azdıracak bir de zehir ilave ediyorsunuz, iş mi bu!? Böylesi müesseselerde en başta talebeye had bilmemezlik öğretiliyor.. genç daha elif-ba'yı öğrenir öğrenmez ulemanın büyükleriyle müsavat, eşitlik davasına kalkışıyor.. hocalık, alimlik taslamaya başlıyor, ileri boyutlarını düşünün!..

Dinsiz filozofların fikirlerini rehber edinmiş ilahiyatçıların batıl din anlayışlarının mahsulü ne olabilir? Bu zihniyetin, bu müfredatın alim yetiştirmesi mümkün değildir. İşte o zamandan atılan şematetli adımların acı, zehirli semerelerini ne yazıkki esef ve üzüntüyle izlemek durumunda kalıyoruz. O halde sadece izlemekle kalmamak için çare nedir?

Çareyi kısaca Efendimiz (A.S.M) hazretleri formüle etmiştir: "İşi ehline veriniz." Bize göre muhtevasında hem tefsir, hem akaid, hem hadis, hem ahlak ve benzeri birçok meziyetleri barındıran ve içinde yaşadığımız zaman diliminin ve sonrasının da vazifelisi Risale-i Nur'u ve Muhterem müellifi Hz. Bediüzzaman'ın hayatını, mücahedesini temel ders kaynağı olarak ta'lim ve ders vermektir.. çünkü bahsinde bulunduğumuz işin bihakkın ehlidir.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Nurcu musab
Nurcu musab - 3 yıl Önce

Allah razı olsun efendim