" Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya"
Karahindibağ çiçeği aslında pek çok kişi onun ismini bile bilmez. Sarı sarı yaprakları olan ve zamanı geldiğinde bir nefesle püflediğimiz çiçek var ya işte o.
Dikkatle eğilip hiç baktınız mı, sapsarı yapraklar sıra sıra dizilmişler.
Muntazaman durur. Çokta narin bir o kadar da güçlü.
Üstadın tabiri ile "
... yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği " çiçektir,
yol kenarlarında, dağda, taş da nerde yer buldu ise oraya yerleşir kök salar.
O kadar kolay yeşerir.
Yok, yeteri kadar suymuş
Yok, yeteri kadar toprakmış, günışığıymış istemez
Görevi bitince tohumunu etrafa saçar.
Para ile satın almayız.
Belki de bu yüzden ihtimam da göstermeyiz hatta farketmeyiz bile
Taşın fıtratına muhalif filizlenen ve her yerde bulanabilen bu çiçeğin faydasıda var bir o kadar meselâ ;
' kalbi güçlendiriyor, sindirim sistemini düzenler, antioksidan özelliği var , doğal cilt bakımı ürünüdür...(M. Karadeniz )'
Amacım otu anlatmak değil tabi
Gözümüzün üstündeki ÜLFET perdesini göstermek.
Hayatta bir çok şeyde bu perde arkasından bakıyoruz.
Aslında Rabbimize şükretmemiz gerektiren şeylere kıymetsiz şeylermiş gibi bakıyoruz.
Bizim gözün terazisi bozulmuş, belki de o yüzden alemde gördüğümüz bir çok şeyin kıymetini ya da mahiyetini bilmiyoruz.
Ya kaybedince anlıyoruz ya da para verince, satın alınca kıymetli olup olmadığını idrak ediyoruz.
" İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri;
ülfeti, ilim telakki etmeleridir.
Yani me'lufları(alışılmış) olan şeyleri kendilerince malûm bilirler.
Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata( sıradan şeyler)
teemmül( derinlemesine düşünmek)
edip ehemmiyet vermezler.
Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde,
ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar tâ onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye( çok çabuk akıcı ,gidici olan tecelliler)
im'an-ı nazar edebilsinler.
Bunların meseli deniz kenarında durup denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına(haller) bakmayarak,
yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuâatından(parıltılar) peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü'l-bihar( denizlerin sahibi ) olan Allah'ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.
Mesnevi Nuriye - 199
" Fakat cehl-i mürekkebin ( kat kat cahillik ) hemşiresi ve nazar-ı sathînin (üstünkörü, yüzeysel bakış) annesi olan ÜLFET,
mübalağacıların gözlerini kapatmıştır.
Böyle gözleri açmak içindir:
Me'luf ( alışılmış) âfâk( ufuklar) ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder.
Evet gözleri açan yalnız nücum-u Kur'aniyedir.
Öyle nücum-u sâkıbedirler ( ışığı ile karanlığı delip geçen yıldızlar ):
Cehlin zulmünü ve nazar-ı sathînin zulümatını def' ettikleri gibi;
âyât-ı beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarını ve zahirperestliğin perdesini parça parça ederek,
ukûlü( akıllar) âfâk ve enfüsün (insanın kendisine) hakaikine tevcih( çevirme) edip irşad etmişlerdir. Muhakemat - 49 "
Risalelerde bir çok yerde geçer ülfet
Son olarak bu mukâyeseyi yapmak istiyorum,
böbrekler ile diyaliz makinesi arasındaki farkı.
Hani kaybetmeden önce kıymetini bilmediğimiz kaybettikten sonra da telafisi olmayan organımız böbrek ile suni böbreği yani diyaliz makinesini kıyaslamak istiyorum, şükür mahiyetinde.
Örneğin böbrek yumruk büyüklüğünde, her gün yaklaşık 200 litre sıvıyı filtreleyerek geri dönüşüm yapar . Sessizce , hiç durmadan ve bakıma servise ihtiyaç duymadan çalışır.
Kandan atık ürünlerin süzülüp temizlenmesinden ve sıvı fazlasının idrar ile atılmasından sorumlu organımız.
Diyaliz makinesi yani suni böbrek, kalıcı tedavi sağlamadan hastayı haftada 2-3 kez yatağa mahkum eden orta boy bir buzdolabı büyüklüğünde, elektrikle çalışan ve basit bir filtre ile üç , dört yılda bir yıpranan makinedir.
Velhasılı kelam bilmiyoruz kıymetini sahip olduklarımızın, her bir azamız için şükretmemiz gerekirken ne kadarını yapıyoruz.
İnsan nisyandan gelir derler ya hakketen öyleyiz.
Unutuyoruz!!
Allah razı olsun kaleminize yüreğinize sağlık.Muhim bir mesele hakikaten.