HZ. AİŞE (R.ANHA) HAKKINDA BİLİNMEYENLER...

HZ. AİŞE (R.ANHA) HAKKINDA BİLİNMEYENLER...

Hz. Aişe’nin lakabı, “Sıddıka “ unvanı, “Ümmü’l-Müminin “ künyesi, “Ümmü Abdullah “ ve peygamberimizin de kendisine “Hümeyra“ lakabını vermiştir.

 Hz.Aişe’nin künyesinde adı geçen Abdullah, Hz.Aişe’nin ablası Hz. Esma ile kocası Zübeyr’in oğludur. Araplar arasında künye sahibi olmak asalet alametidir. Hz. Aişe çocuğu olmadığı için Resul-i Ekrem’e müracaat ederek Peygamberin hanımlarından her birinin, çocuklarının isimleriyle künyelendiklerini belirtmiş, kendinin kimin ismiyle künyelenmesine müsaade edileceğini sormuş, Resul-i Ekrem de ona “hemşirezaden Abdullah’ın ismiyle künyelen“ demişti, o da Ümmü Abdullah künyesiyle tanınmıştı.

Hz.Aişe’nin babası, Abdullah’dır. Abdullah’ın künyesi Ebu Bekir, lakabı Sıddık’tır. Aişe’nin annesi Ümmü Ruman’dır.

Hz.Aişe, babası tarafından Kureyş’den Teymi, annesi tarafından Kinani’dir.

Hz. Peygamber’le Hz.Aişe’nin baba tarafından nesepleri yedinci, sekizinci batında; anne tarafından nesepleri onbirinci, on ikinci batında birleşmektedir.

HZ.AİŞE’NİN DOĞUMU

        Ümmü Ruman’ın ilk kocası Abdullah El-Ezdi idi. Abdullah’ın vefatından sonra Ümmü Ruman Hz. Ebu Bekir’e varmış ve ondan iki çocuk doğurmuştur. Bunların biri Abdurrahman, diğeri Aişe’dir. Hz.Aişe’nin hicretin dördüncü senesinde değil, fakat daha önceki bir tarihte doğduğuna dair ilk delilimiz, bizzat onun kendi yaşından bahseden bir hadistir.

Sahih-i Buhari’nin altıncı cildinde “Te’lifül Kur’an “babında Yunus Bin Mahek diyor ki: “Müminlerin annesi Hz.Aişe’nin yanında idim. Derken bir Iraklı geldi.

-Ey müminlerin annesi! Dedi, Mushaf’ınızı bana gösterir misiniz? Hz.Aişe:

-Niçin? Diye sordu.

-Kur’an-ı sıralamak için. Çünkü sırasız okunuyor, dedi.

-İstediğini önce okumaktan ne çıkar? Kur’an-ı Kerim’den ilk inen, Mufassal surelerden biridir. Bu sure cennet ve cehennemden bahseder. İnsanlar, Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair ayetler indi.  İlk inen ayet,“içki içmeyiniz!“dese, herkes “içkiyi terk edemeyiz” derdi. Yahut ilk inen ayet “zina etmeyiniz!“ olsaydı, herkes “zinayı bırakamayız!“ derdi. Ben Mekke’de, oynayan bir çocuk iken Hz. Muhammed’e “hatta onların vadeleri kıyamettir ve kıyamet ise daha dehşetli ve daha acıdır!”ayeti kerimesi inmişti. Bakara ile Nisa Sureleri ise ben O’nun yanında iken indi.

Hz.Aişe sonra Mushaf’ını çıkardı ve Iraklıya surenin ayetlerini yazdırdı.

Hz.Aişe, bu hadisinde “onların vadeleri kıyamettir…“ayeti kerimesinin inişi esnasında Mekke de oynayan bir çocuk olduğunu belirtiyor. O halde biz bu noktayı esas kabul ederek onun yaşı etrafında bazı tahkiklerde bulunabiliriz.

    Hz.Aişe’nin bahis mevzu ettiği ayet-i kerime, Kur’an-i Kerim’in elli dördüncü suresi olan “Kamer“ suresidir. Bu sure-i şerife Mekke’de inmiştir. Bu sure-i şerifinin iniş tarihini bulduğumuz takdirde, hatta Aişe’nin Mekke’de oynayan, bundan başka Resul-i Ekrem’e inen ayetleri ezberleyebilecek ve hatırında tutabilecek derecede bir kız olduğu zamanı az çok tayin etmiş oluruz.

“Asr-ı Saadet“ isimli siyer-i nebi kitabının 1009. sayfasında Kamer suresinin ne zaman nazil olduğunu izah ederken bu sure-i şerifenin ilk Mekke devri esnasında nazil olduğunu beyan edilmiştir. Kamer suresi, ayın bölünmesi hadisesinden bahsettiği için bu hadisenin tarihini tesbit etmek mümkün olursa, o zaman iş daha fazla kolaylaşır. Ayın ikiye bölünmesi hadisesi Peygamberimiz tarafından gösterilen hidayet mucizelerinin sonuncusu idi. Ondan sonra hidayet mucizeleri değil, azap ve helak mucizeleri gösterilecektir.

Mişkat müellifi,”El-ikmal fi Esmair – Rical ‘’ adlı eserinde Hz. Aişe’nin hemşiresi Hz. Esma’nın tercümesinden bahsederken onun yüz yaşına kadar yaşadığını ve Hicretin 73 senesinde vefat ettiğini, Esma’nın Hz. Aişe’den on yaş büyük olduğunu beyan eder. Esma’nın Hz. Aişe’den büyük olduğundan şüphe yoktur. Esma, Hz. Ebu Bekir’in Kayle adındaki karısındandır. Abdurrahman ile Aişe ise Ümmü Ruman’dan doğmadırlar. Esma’nın, hicret’in 73 senesinde yüz yaşında vefat ettiğine ve Aişe’den on yaş büyük olduğuna göre, Hz.Aişe’nin doğum tarihini hesaplamak kolaylaşır. Hicret’in 73 senesinde yüz yaşında vefat eden Esma’nın hicret yılında 27 yaşında olması icap eder. Esma, Hz. Aişe’den on yaş büyük olduğuna göre de Aişe’nin hicret yılında 17 yaşında olması icap ediyor. Buda bizim görüşümüzü te’yid eden bir delildir. Bu da Hz. Aişe’nin Resulullah (s.a.v) ile evlendiğinde iddia edildiği gibi dokuz yaşında bir çocuk değil on sekiz, on dokuz yaşlarında bir genç kız olduğunu gösterir.

HZ.AİŞE’NİN EVLİLİĞİ

           Peygamberimizin ilk hanımı Hz. Hatice’dir. Peygamberimiz yirmi beş yaşında iken Hatice ile evlenmiş ve onunla yirmi beş sene yaşamıştır. Hz. Hatice, Peygamberliğin onuncu senesi Ramazan’ında vefat etmiştir. O zaman Peygamberimiz elli yaşına varmıştı. Hz. Hatice ise altmış beş yaşında idi.

     Müslümanlık nazarında zevcelik makamının ne kadar yüksek olduğunu anlamak için Hz. Muhammed’in yegâne Müslüman iken Hz. Hatice’nin ikinci Müslüman olduğunu bilmek kifayet eder. Hatice her zaman ve her yerde, ızdırap ve felaket zamanlarında, düşmanların Müslümanlığı tamamıyla söndürmek için her zulüm ve haksızlığı, her türlü tecavüz ve şiddeti reva gördükleri sıralarda, Müslümanları mahvetmek isteyen düşmanlık dalgalarının kabararak Müslümanlara saldırdığı ve onları boğmak isteği demlerde, hülasa her yerde ve her zamanda, kocasına arkadaşlık etmişti.  Onunla birlikte sebat etmiş, Onun her haline, Onun tali ve mukadderatına ortak olmuştu.

   Bundan dolayıdır ki Hz. Hatice’nin vefatı Resul-i Ekrem’i çok müteessir etmiş, Resul-i Ekrem bu pek yüksek hayat arkadaşını kaybetmekten son derece melül ve mahzun olmuştur. Yalnızlık onun hayatını büsbütün müşkülleştirmişti. Hz. Peygamber’in dostları ve fedakâr arkadaşları O’nun bu haliyle alakadar olarak O’nu yalnızlığın tasasından kurtarmak istediler. Hicret’in ikinci senesinde vefat eden Ashab’tan Osman Bin Ma’zun’un hanımı Hakim’in kızı Havle, Resul-i Ekrem’e müracaat ederek

__ Ya Rasulallah! Tekrar evleniniz!... Resul-i Ekrem:

__Kiminle?...” diye sordu. Havle:

__ Dullardan da, bakirelerden de var. Kimi isterseniz ona dünürcü gideriz.   Resul-i Ekrem:

__ bunlar kimlerdir ?“ dedi. Havle “mesela dullardan Zem’a nın kızı Sevde, bakirelerden de Ebu Bekir’in kızı Aişe var. “ Resul-i Ekrem de:

__ sen Aişe’ yi iste!“dedi.

  Havle, Resul-i Ekrem’in yanından çıkarak Hz. Ebu Bekir’in evine gitti ve onunla konuştu. Araplarda adet, birbirini kardeş tanıyan ve sevenlerin birbirinin kızlarının alması caiz değildi. Hz. Ebu Bekir de, Havle’nin Aişe’yi istemesine mukabil “bu nasıl olur, Aişe Hz. Peygamber’in yeğeni sayılır. Onunla nikâhlanması caiz mi?” dedi. Havle Hz. Peygamber’e gitti ve Ebu Bekir’in sözlerini anlattı. Resul-i Ekrem’de “Ebu Bekir benim din kardeşimdir. Din kardeşlerin kızlarını nikâh etmek caizdir“buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir muvafakat etti.

    Fakat Hz.Aişe daha önce Cübeyr Bin Mut’ım’a va’dedilmişti. Aişe’yi Rasul-i Ekrem’e varabilmesi için önce bu sözü bozmak icap ediyordu. Hz. Ebu Bekir, Cübeyr’e sordu. Cübeyr de, meseleyi karısıyla görüştü. Cübeyr’in ailesi o zaman müşrikti. Cübeyr’in karısı “bu kız benim evime girerse benim oğlumu atalarının yolundan eder, bende böyle olmasını istemem!”demişti.  

Hicret ve Resulullah'ın Evine Gidişleri

Resulullah Medine’yi Münevvere’ye vardıktan sonra Zeyd İbn-i Harise ve kölesi Ebu Rafi ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli sıkıntıdan sonra Hz. Ayşe (r.a.) annesi ve kız kardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Beni Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.

    Medine havası muhacirlere yaramamış, birçoğu hastalanmıştı. Hz. Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz. Ayşe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Ayşe rahatsızlanmış ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz. Ebubekir Resulullah’a haber göndererek "Ayşe'yi niçin eve almadığını" sorar. Resulullah mihrini ödemek için paraları olmadığın bildirirler. Bunun üzerine Hz. Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zâtı Saadetleri de bu parayı Hz. Ayşe'ye gönderir.

Bu şekilde Hz. Ayşe’nin (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Resulullah'ın evine gelir.

    Allah Resulünün sadık dostu Hz. Ebu Bekir’in kızı olması ve iman nurunun pırıl, pırıl aydınlandığı bir hanede doğup büyümesi sebebiyle o şirk ve küfürden uzak kaldı. Kalbi bunlara daima kapalıydı. Kulağı İslami mevzuları dinleyerek kalbi bunları sindirip hayata tatbikle gelişerek büyüdü.

Babası Hz. Ebu Bekir diğer çocuklarında olduğu gibi Hz. Aişe’yi de İslam terbiyesi ile yetiştirdi. Bu ihtimam sayesinde o, peygamber zevcesi olacak mahiyeti kesbetti. Kız kardeşi Esmanın oğlu Abdullah evlat edinip onunla Ümmü Abdullah künyesini aldı. “Sıddık” bir babanın terbiyesi altında yetişmesi ve bu vasfın aynen kendisinde tezahür etmesiyle ona “sıddıka” denildi. Allah’a Resulüne ve onun davasına sadakatiyle bu unvanı daima muhafaza etti. Hz Aişe Efendimizin zevceleri arasında yaşça genç olanıydı. Bu yüzden efendimizin dini talim ve terbiyesinden en çok istifade eden o olmuştu. Aişe’nin odası mescidin bitişiğindeydi bu ona büyük avantaj sağlıyordu. Gece ve gündüz meclisteki ilim meclislerinde yapılan bütün konuşmaları takip ediyordu. Bu konuşmalarda anlayamadığı ve duyamadığı hususları Resûlullah’a sorup öğreniyordu. Efendimizden öğrendiği bilgilerle insanları aydınlatmıştı. Evi bir ilim yuvası gibiydi. İnsanlar gelir ondan ilim öğrenirlerdi. Onun ilim meclisinde birçok kimse yetişti. Efendimizin vefatından sonrada ilim öğretmeye devam etti. Hz. Ömer gibi bir müçtehit Hz. Aişe’den Efendimizin sünnetleri hakkında soru sorar vereceği cevaba çok ehemmiyet gösterirdi.

HZ. AİŞE’NİN İLİM YÖNÜ

       Aklı, zekâsı, iffeti ve takvası şaşılacak kadar çok idi. Resûlullah tarafından çok sevilir ve çok övülür idi. Hafızası çok kuvvetli olduğundan ashab-ı kiram birçok şeyleri ondan sorup öğrenirdi. Birçok ayeti kelimelerle medhedildi. Görüşü keskin mezhep, fıkıh, hadis ve şiirde kuvvetli olduğundan ashab-ı kiramın birçok müşküllerini o hallederdi. Birçok hadis-i şerif bildirmiş olup Hz. Ömer ile sair Sahabe-i kiram ve tabiden birçok kimseler kendisinden hadis rivayet eylemişlerdir.

   Hazreti Aişe (r.a.) Rasulullah efendimizden en çok hadis-i şerif rivayet edenlerin ilk altısı içine girmekle İslam dininde ne yüce makamın sahibi olduğu anlaşılmakta, hadis ve fıkıh âlimlerince takdir ve sitayişle anılanların başında gelmektedir. 2210 hadis-i şerif rivayet etmiştir.

Ebu Musa el-Eş’ari (r.a.)

__   Biz ashab arasında herhangi bir hadis-i şerifte tereddüt edip Hz. Aişe’ye müracaat etsek onun yanında mükemmel bir bilgi ile karşılaşırdık. Diyor. Dört halife devrinde ve onu takip eden yıllarda fetva için müracaat edilen merciiydi O.

EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN HZ. AİŞE HAKKINDA BUYURDUKLARI

İlimde ve içtihatta Hz. Aişe, Hz. Fatıma’dan üstündür.

Abdulkadir Geylani hazretleri: Hz. aişe daha üstündür, buyuruyor.

İmam-ı rabbani:

İlimde ve içtihatta Hz. Aişe zühd ve dünyadan kesilmeden ise Hz. Fatıma daha ileridir.

Bunun içindir ki, Hazret-i Fatıma’ya (Betül) yani çok temiz ve dünyadan çok uzak demişlerdir. Hazret-i Aişe’ye ise, ‘Sıddıka’ demişlerdir. Hazret-i Aişe, Ashabı Kirama şeriatı öğretirdi. Ashab-ı Kiram bütün müşküllerini ondan sorup öğrenirdi.

Hazreti Aişe bir gün Rasulullah Efendimize!

__ Şehitlerin derecesine yükselen olur mu? “ diye sual edince:

 __ Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur. Buyurmuştur.

                                               ***

Hz. Aişe (r.a), dini ilimlere vakıf olmasının yanında, edebi yönü çok kuvvetli şairdi. Ayrıca, tarih ilminde de geniş bilgiye sahipti. Efendimizi ziyarete gelen o devrin tabiplerinden, tıpla alakalı birçok şey öğrenmişti. Zekâsı, ilme olan vukfiyeti, İslam’a hizmet etme istidadının yüksek olması hasebiyle, Rasulullah’ın ona karşı ayrı bir temayülü vardır.

                                                ***

Amr bin el-As, Efendimize en çok kimi sevdiğini sordu. O:

-Aişe’ yi cevabını verdi.

-Peki, erkeklerden kimi seviyorsunuz, dediğinde Efendimiz.

-Onun babasının buyurdu.

Hz. Ömer, Aişe validemizin, Allah Resulü katındaki mevkiini çok iyi bildiğinden kızı Hafsa’ ya şöyle öğüt verirdi:

 “Aişe’ yi zemmetmeye kalkma! Çünkü sonra mahcup olursun.”

HZ. AİŞE VE İBADETİ

        İnsanlığın mürebbisinden fazilet dersi alan ve kemale eren Hz. Aişe farzların yanında, nafile ibadetlere de çok düşkündü. Efendimiz teheccüde kalkınca onu da kaldırır. Geceyi birlikte ihya ederlerdi. Diğer nafile namaz ve oruçlara dikkat eder, Rasulullah itikâfa girince, oda itikâfa girerdi. Kendi çocuğu olmadı. Bu boşluğu yetim çocukları himaye etmek, onlara bakıp, terbiyesiyle meşgul olarak doldurmaya çalışırdı. Onlara annelik şefkatini tattırırdı. Fakirlere yardım etmeyi, prensip haline getirmişti. Elinde bir hurma olsa, onu vererek, yoksulun gönlünü yapardı.

Peygamberimiz bir gün Hz. Aişe’ ye şöyle dedi:

Ben senin bana dargın veya barışık olup olmadığını bilirim.

  Hz. Aişe:

__ Nasıl biliyorsun ya Resûlullah diye sordu. Efendimiz:

__ Bana dargın olduğun zaman, İbrahim’in Rabbine and olsun ki diye lafa başlıyorsun. Barışık olduğun zamanda, Muhammed’in Rabbine and olsun ki diyorsun, dedi.

Hz.Aişe:

__ Anam, babam sana feda olsun Ya Allah’ın Resulü! Doğru söylüyorsun. Ancak dilimden öyle dökülüyor, dedi.

Hz. Aişe Efendimize:

__ Ya Rasulallah! Zevcelerinden cennette olacak olan kimdir? Diye sordu. Efendimiz:

__ Sen onlardansın, buyurdu.

     Hz.Aişe Peygamberimizin ahlakını şöyle anlatıyor:

Rasulullah’ın (a.s.m) ahlakı Kur’andı. Rasulullah(a.s.m) şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz intikam almazdı. Bir şeye kızarsa ona Kur’an kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse Kur’an onu beğendiği için beğenirdi.

İFK (İFTİRA)  HÂDİSESİ

           Müslümanların Medine'ye vardıktan sonra uğradıkları felâketler, Mekke'de uğradıkları felâketlerden başka bir mahiyettedir. Medine'de münafıklardan müteşekkil bir zümre peyda olmuştu. Bu zümrenin işi gücü, Müslümanlık aleyhinde tertiplerde bulunmaktı. Münafıkların Müslümanlığa karşı düşmanlıkları, en çirkin, en feci düşmanlıktı. Çünkü bunlar, sureta dost görünen, fakat için, için en adi ve en müstehcen ta­arruzlarda bulunan kimselerdi. Müslümanlık, Medine'de en halis ve en samimi dostlarından birçoklarını kazandığı gibi orada en riyakâr ve en gaddar düşmanlarla da karşılaştı. Münafıkların taarruz hedefi, Müslümanların şeref ve haysiyeti idi. Münafıklar, müslüman aileleri için­de bir takım çekişmeler çıkarmak için yalanlar uydururlar, bu yalanlar­la yuvaları söndürmek gibi alçak maksatlar takip ederlerdi. Müslümanlar uyanık davranmasalar, düşmanlarının içyüzlerini bilmeseler münafıkların uydurmaları onları birbirine düşürür, Müslümanlar arasında bu uydurmalar yüzünden kanlı mücadeleler vuku bulurdu.

      Münafıkların bu çirkin uydurmalarından biri, Hz. Aişe'ye iftiradır. Bu iftira «İfk Hâdisesi» adıyle bilinmektedir.

Medine'de münafıkların en büyük düşmanları, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'di. Münafıklar, Hz. Aişe ile Hafsa'yı lekelemeğe muvaffak olurlarsa Resul-i Ekrem'i bu iki arkadaşından ayırabileceklerini zanne­derek bu iki temiz nâsıye (sima) ye karşı bir takım tarizlerde bulun­muşlardı.

    Necd yakınında Mustalık oğullarının Mureysi adında bir soyu var­dı. Hicret'in beşinci senesi Şaban ayında Müslümanlar ile bu kabile arasında bir çekişme vuku bulmuştu. Münafıklar, Mustalık oğulları kabi­lesiyle Müslümanlar arasında vuku bulacak savaşın şiddetli ve tehlikeli olmayacağını bildikleri için Müslümanlarla birlikte hareket etmişlerdi, ibn-i Sa'd diyor ki:  “Rasûl-i Ekrem'le birlikte birçok münafık hareket etmişti. Münafıklar, hiç bir gazaya bu kadar geniş ölçüde katılmamış­lardı.”

Evvelce izah ettiğimiz veçhile Rasûl-i Ekrem, bir sefere çıkacağı zaman zevcelerinden birini birlikte götürürdü. Bu sefer esnasında Resul-i Ekrem'e Hz. Aişe refakat ediyordu. Aişe, sefere çıkıyorken hemşi­resi Esma’dan emanet olarak bir gerdanlık almış, onu boynuna takmıştı.

Bu sefer esnasında münafıklar, birkaç defa Müslümanları birbirine düşürmek için uğraştılar. Bir defa münafıklar, Ensar ile Muhacirini kılıç kılıca getirecek derecede aralarına fitne ve fesat atmışlardı. Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy, Ensar'ı Muhacirlere yardımdan vaz­geçirmek istiyor ve “Medine ye dönünce ev sahihleri sığıntıları kapı dı­şarı edecektir. Diyordu.

Rasûl-i Ekrem, Ensar'ı toplayarak onlara vak'ayı anlattı. Ensar, bu suçta müdahaleleri olmamakla beraber müteessir oldular. Abdullah bin Übeyy, umumun nefretini kazandı. Onun kendi kızı bile kendisinden nef­ret ederek atının yularını tutmuş ve «aşağılık olduğunu, Muhammed'in ise yüce ve aziz olduğunu itiraf etmeden seni bırakmayacağım!» demişti.

Bir gece kafile bir yere kondu. Gece yarısından sonra harekete ha­zırlandı. Hz. Aişe, zaruret iktizasıyla kafileden biraz ayrılmıştı. Dön­düğü zaman boynundaki gerdanlığın kopup düştüğünü hissetti. Bu ger­danlık ablasının olduğu için onu arayıp bulmak istedi. Aişe, gerdanlığı bulup döndüğü zaman kafile hareket etmişti. Kafilenin konduğu yerde kimse kalmamıştı.

Hz. Aişe, libasına bürünerek kafilenin bulunduğu yerde bekledi. Her halde kendisini tahtırevanda bulamayınca arayacaklar ve burada bulacaklardı. Safvan bin El-Muattıl, askerin gerisinden geliyordu. Safvan'ın vazifesi askerin levazımıyla meşgul olmaktı. Sabaha karşı Aişe'nin bulunduğu yere varan Safvân, Hz. Aişe'yi tanıdı, devesinden ine­rek onu devesine bindirdi ve kafileye ulaştırdı. Hz. Aişe, kafiledeki yerini alarak yoluna devam etti. Bu pek basit ve yolculukta her zaman başa gelebilen vak'a, münafıklar için bir dedi kodu sermayesi teşkil etti. Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy, derhal Hz. Aişe aleyhinde iftirada bulundu. Bu iftirayı her tarafa yaydı. Temiz kalbi Müslümanlar, bu şayiayı duydukları zaman “ ya Rabbi! Bu ne müthiş iftira”  dedi­ler. Hz. Ebû Eyyub, karısı Ümmü Eyyub'a şu sözleri söyledi:

«Senin hakkında böyle bir şey söylense ne yapardın? Ümmü Eyyub, «haşa! Asil ve şerefli bir insan böyle bir şey yapmaz.» dedi.

Abdullah bin Übeyy'den başka bu şayiayı terviç eden birkaç kişi daha vardı: Hassan bin Sabit, Cahs'in kızı Hamne ve Mistah bin Üsâse. Hâlbuki Hassan ile Hamne bu sefere katılmamışlardı. Hassan, yayı­lan şayianın doğru olduğuna inanmıyor, fakat Safvan'ın mahcup düşmesinden memnun idi.  Hamne, Peygamberimizin zevcesi Hz. Zeyneb'in hemşiresi idi. Onun maksadı, Hz. Aişe'yi düşürerek güya hemşiresi­ne hizmetti. Mistah ise, Hz. Ebû Bekir tarafından gözetilen bir kişi idi. Bütün hayatını Hz. Ebû Bekir'e borçlu idi.

Şüphesiz dünyada şeref kadar kıymetli bir şey yoktur. En küçük ta'riz (laf dokundurma), onu son derece incitir, namuslu ve şerefli bir insanın haysiyetine karşı bir yalan bile söylense bu onu üzer ve ezer. Hz. Aişe, mel'ûnâne bir takım maksatlarla aleyhinde uydurulan iftira­dan tamamıyla habersizdi. Bir gece Hz. Aişe, Mistah'ın annesiyle bir­likte dışarı çıkmış, yolda yürürken ayağı kayan Mistah'ın annesi oğlu­na beddua etmişti. Hz. Aişe, bu bedduayı yersiz bularak itiraz etmişti. Bunun üzerine Mistah'ın annesi vak'ayı anlatttı.

 Hz. Aişe, aleyhindeki iftiradan haberdar olunca adeta kendinden geçti. Annesinin yanına ko­şarak bu iftiranın nereden çıktığını sordu. Annesi, ona teselli verdi. Bu aralık Ensar'dan bir kadın geldi ve Hz. Aişe'ye bütün dedikoduyu an­lattı. Demek ki Hz. Aişe hakkında böyle bir iftiranın ağızdan ağza do­laştığı muhakkaktı. Aişe'ye birden bire fenalık geldi. Yere düştü ve bayıldı. Hz. Ebû Bekir ile karısı, koşup Aişe'yi kaldırdılar. Ona bu gibi iftiralara ehemmiyet vermemesini, çünkü hakikatin her halde meydana çıkacağını söylediler. Hz. Aişe de kalkıp evine gitti. Fakat evine git­tikten sonra hastalandı. Şiddetli bir sıtmaya tutuldu. Rasûl-i Ekrem uğrar ve Hz. Aişe'nin hatırını sorardı. Fakat Aişe, Rasûl-i Ekrem'in kendisine eskisi gibi iltifat etmediğini gördü. Bunun üzerine müsaa­de isteyerek babasının evine gitti.

 Hz. Aişe, aleyhinde uydurulan bu iftiradan o derece müteessirdi ki, geceli gündüzlü ağlıyordu. Hz. Ebû Bekir, kızının bu haline üzülüyor, ona sükûnet tavsiye ediyor, fakat hiç bir söz, Hz. Aişe'yi teskin edemiyordu. Hz. Aişe'nin annesi, ona «kı­zım!» kocası tarafından sevilen bir kadın, bu gibi sadmelere uğratılır. Diyordu.

Safvan, Hassan'ın kendi aleyhinde söz söylediğini ve onu hicvet­tiğini haber alarak kılıcını çekmiş, Hassan'ı öldürmek için harekete geçmişti. Safvan, bu hal ile yakalanarak Rasûl-i Ekrem'in huzuruna getirilmiş, Rasûl-i Ekrem onu bu hareketten vazgeçirmiş, Hassan'ı da çağırarak taltif etmişti.

Hz. Aişe'nin masum olduğunda şüphe yoktu. Bunu herkese gös­termek için tahkikat yapılması icap ediyordu. Rasûl-i Ekrem, Hz. Ali ve Hz. Üsâme ile istişare etti. Üsâme Hz. Aişe'nin masum olduğunu söyledi. Hz. Ali ise, «dünyada kadın kıtlığı yoktur.» dedi ve bu suret­le dedikodudan korkuyorlarsa onu boşamak lâzım geldiğini anlattı. Sonra Hz. Ali, Aişe'nin, hizmetçisinden tahkikat yapılmasını tavsiye etti. Hz. Aişe'nin hizmetçisi çağrılarak kendisine bazı sualler soruldu. O da, Hz. Aişe'nin yegâne kusurunun dalgınlık olduğunu ve hamurun sırasında beklerken uyuyarak hamuru keçilere yedirdiğini söyledi. Hz. Aişe'nin suçsuz olduğuna şehadet etti. Bazı rivayetlere göre Hz. Ali, hizmetçiyi itiraf ettirmek için dövmüş, Hz. Ali'nin gösterdiği bu şiddet, onun Aişe'ye karşı bir gücenikliği olduğu hissini vermiş. Peygamber'in hanımları içinde kendini Hz. Aişe'nin makamında gören biri, Hz. Zeyneb idi. Zeyneb'in hemşiresi Hamne, Aişe aleyhinde idi.

  Hz. Ali, Hz. Zeyneb'e giderek Aişe hakkında fikrini sormuş, o da «Aişe'nin yalnız iyilik ve dürüstlü­ğünü biliyorum!» demişti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem, Ashâb'ı top­ladı. Haremlerinin masum ve temiz olduğunu anlattı. Sonra ailesi hak­kında isnatlarda bulunan bir adama lâyık olduğu cezayı kimin verece­ğini sordu. Evs kabilesi reisi Sa'd bin Muâz, ayağa kalktı:

__ Ya Rasûlullah! Dedi, ben varım. Şayet bu adam Evs kabilesinden ise ona derhal ce­zasını veririm. Hazrec'den ise, emrediniz, gerekeni yaparım.

   Sa'd'ın bu sözü, Hazrec reisi Sa'd bin Ubâde'ye dokundu. Sa'd bin Ubâde, Sa'd bin Muâz'a şiddetle itiraz etti:

 __ Sen, kabileme mensub bir adamı öldüremezsin sende o kuvvet yoktur! dedi.

 Bu sefer Sa'd bin Muâz'ın amcazadesi Üseyd bin Hudayr kalktı ve şöyle konuştu:

 __ Bu, münafıkça bir sözdür ve sen münafıklara taraftarlık ediyorsun.

İki tarafın hissiyatı alevlenmiş, vaziyet son derece nezaket kesbetmişti. Rasûl-i Ekrem müdahale ederek iki tarafı susturdu ve galeyana başlayan his­siyatı yatıştırdı.

Bunu müteakip Rasûl-i Ekrem, Hz. Aişe'nin yanına gitti. Hz. Aişe hasta ve muztaripdi. Anne ve babası onun sıhhatiyle mukayyet idiler. Rasûl-i Ekrem, Hz. Aişe'nin yanında oturdu ve ona şöyle hitap etti:

 __ Aişe! Bir günah işledinse tevbe et, Cenâb-ı Allah, tövbeleri kabul e- der. Şayet günahsızsan şunu iyi bil ki, Cenâb-ı Allah, senin pak ve te­miz olduğuna şehadet edecektir.

 Hz. Aişe, cevap vermeleri için anne ve babasına müracaat etti. Fakat onlarda verilecek bir cevap yoktu. Hz. Aişe, durumu şöyle anlatıyor: “Bu hali görünce gözlerimin yaşı ku­rudu. Kalbimde masum oluşumun verdiği huzur hâkimdi. Günahsız ol­duğum halde kendimi günahkâr göstersem herkes buna inanacak, fa­kat günahsız olduğumu söylesem ki Allah da benim günahsız olduğu­mu biliyor, kimse buna inanmayacak. Buna karşı yapılacak bir şey kalmamıştı. Ben de Hz. Yusuf'un babası gibi “en iyisi sabırdır; sizin bu anlattıklarınıza karşı yardımcım Allah'tır!” demekten başka çare bu­lamıyorum.”

Münafıklar, bu fitne ve fesadı çıkarmakla şu maksatları tahak­kuk ettirmek istiyorlardı:

 — Rasûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir'in şan ve şerefine ihanet etmek.

 — Ehl-i beyt arasında ikilik meydana getirmek.

 — Müslümanların birliğini bozmak ve onların birliklerinden doğan kuvveti tarumar etmek.

Münafıklar yavaş, yavaş emellerine nâil oluyorlardı.

    Fakat bu sırada gaybın dili konuştu ve hak ile batılı ayırdı. Hz. Aişe diyor ki: “Rasûl-i Ekrem'e, vahiy zamanlarında uğrayıp en soğuk günlerde alnından inci taneleri gibi ter döktüren durum geldi. Sonra bu hal geçti ve Rasûl-i Ekrem şu âyetleri okudu:

“ İftirayı yapanlar, sizin içinizden bir guruptur. Bu iftiranın hakkı­nızda zararlı olduğunu sanmayın, bilâkis sizin için hayırlı olmuştur. Onların her biri işlediği günahtan sorumlu olacak ve içlerinden bu ifti­ranın en büyük payını üzerine alan da en büyük azaba uğratılacaktır. Bunu işittiğiniz zaman, erkek ve kadın olarak Müslümanlar kendileri hakkında hüsn-i zanda bulunmalı ve «bu, düpedüz iftiradır!» demeliy­diler. Haydi, onlar da bu hususta dört şahid getirsinler! Şayet bu şahidleri getirmezlerse Allah katında yalancı oldukları muhakkaktır. Al­lah'ın dünya ve âhirette size karşı rahmet ve inayeti olmasaydı içine daldığınız bu meselede başınıza büyük bir felâket gelirdi. Siz bunu dil­lerinizle kapışır ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağzınızla söylerken bunun ehemmiyetsiz olduğunu sanıyorsunuz; oysa bu, Allah katında çok büyük bir vebaldir. İftirayı duyduğunuz zaman “ böyle bir şeyi ağza almak bize yaraşmaz; sübhanallah! Bu ne büyük iftiradır!” demeliydiniz. Allah, size böyle bir şeye bir daha asla dönmemenizi öğütlüyor,  şayet mü'min iseniz. Aynı zamanda size âyetleri (hüküm)  de açıklıyor. Allah her şeyi bilen ve sonsuz hikmet sahibidir. Müz­minler arasında kötü sözlerin yayılmasını sevenlere gelince onlar için dünya ve âhirette acı bir azab vardır. Allah (kötülüğü yaymak isteyen­leri) bilir, siz bilemezsiniz... İffetli, imanlı ve kendilerine isnad edilen zinadan habersiz olan kadınlara iftira atanlara dünya ve âhirette lânet edilir ve ağır bir cezaya çarptırılırlar. Kıyamet günü onların dilleri, el­leri ve ayakları bütün yaptıklarına şahitlik edecektir.” (nur suresi 11-19-23-24)

Rasûl-i Ekrem'in bu âyetleri okumasını müteakip Hz. Aişe'nin an­nesi kızına «kızım! Kalk, Rasûl-i Ekrem'e teşekkür et! Dedi. Hz. Aişe:

__ Ben yalnız Cenâb-ı Allah'a şükrederim, benim suçsuz olduğumu O ilan etti. Cevabını verdi. Bunu müteakip iftiracılar hakkında cezalar tatbik edildi. Şair Hassan, evvelce vuku bulan kusuruna karşı, suçunu affettirmek için birkaç şiirle Hz. Aişe'yi övmüştü, ibn-i ishak bu sür­eri nakleder. Buharî de, Hassan'ın yazdığı şiirlerden birini rivayet et­miştir. Hassan, bu şiirinde Hz. Aişe'nin masumiyetini de vakarını dile getirir, onun bu sıfatlarının her şek ve şüphenin üstünde olduğunu söy­ler.

Hz. Aişe, Rasûl-i Ekrem'in zevcesi olmak itibariyle de bütün Müslümanların en yüksek ve en ulvî saygısı ile karşılanıyordu. En nezîh muhit içinde büyüyen, kendini bildiği günden beri müslüman olan Hz. Aişe, en temiz ahlak ile ahlaklanan, iffetli ve vakarlı bir ka­dındı. Herkese saygı hissi veren olgun bir insandı. Kendisi için hayat­ta elde edilecek en büyük mevki, Rasûl-i Ekrem'in zevcesi olmaktı. Hz. Aişe, bu mevkii elde ettikten sonra her yönüyle ona ehil olduğunu isbat etmiş, takvasıyla, Müslümanlığın ahkâmını kavramaktaki zekâ­sıyla, samimî imanıyla, elhasıl tam manasıyla dindar bir insanın gös­terebileceği bütün meziyetlerle çevresinde tanınmıştı. Hz. Aişe, Rasûl-i Ekrem'e her hususta bağlı idi. Rasûl-i Ekrem'e bütün hayatında bağlı olan Hz. Aişe, Rasûl-i Ekrem'in irtihalinden sonra da aynı hareket tar­zını takip etti. Çünkü dini bütün bir kadındı. Çünkü seciyesi sağlam, ruhu temiz, terbiyesi mükemmel bir insandı. Böyle bir insanın, bir an­da mevkiini, haysiyetini, dinini, takvasını fedâ etmesine imkân tasavvur olunur mu?

  

HZ. AİŞE VE HZ. HATİCE

         Rasûl-i Ekrem, Hz. Aişe'yi aldığı zaman, Hz. Hatice vefat etmiş bulunuyordu. Fakat Hatice'nin hatırası, Peygamberimizin kalbinde dai­ma canlı idi. Hz. Aişe diyor ki:

__ Rasûl-i Ekrem, Hz. Hatice'yi daima anardı. Hiç kimseyi onun kadar anmamıştır. Kendisini görmediğim hal­de Hatice'yi kıskandığım kadar Rasûl-i Ekrem'in hanımlarından hiç bi­rini kıskanmadım. Rasûl-i Ekrem bazen Hatice'nin namına bir kurban keser, kurbanın etini Hatice'nin akraba ve dostlarına gönderirdi.»

Hz. Aişe, Hatice t-ül-Kübra’nın haiz olduğu yüksek ve şerefli makamı tanır ve «Cenâb-ı Allah, Peygamberi vasıtasıyla cenneti ona müjdelemiştir! Derdi.

Müslümanlığın ilk çıkışı esnasında Hz. Hatice'nin Rasûl-i Ekrem'e nasıl yardım ettiği. O'na nasıl teselli verdiği, Rasûl-i Ekrem'in uğradığı her eziyet ve her felâkette O'na nasıl yar olduğu, Onunla her müşkil'e nasıl göğüs gerdiği, Hz. Aişe tarafından rivayet edilmiştir.

HZ.AİŞE VE HZ.SEVDE

        Hz. Aişe ile Hz. Sevde'nin Rasûl-i Ekrem'e nikâhlanmaları aynı se­ne içinde vuku bulmuştur. Fakat Hz. Aişe'nin düğünü üç sene sonra ya­pıldığından bu sırada Sevde, Rasûl-i Ekrem'in yegâne zevcesi bulunu­yordu. Aişe, babasının evinden çıkarak Rasûl-i Ekrem'in evine girdiği zaman orada Sevde ile karşılaşmıştı. Aişe gibi genç bir hanım, Sevde gibi bir eşe fena nazarla bakmış olsaydı, bunu gayet tabiî saymak icab ederdi. Hâlbuki hakikat bunun tamamen tersi idi. İki zevce arasında tam bir imtizaç (kaynaşma) ve tam bir aşinalık hâsıl olmuştu. Hz. Aişe, eve ait her hususta Hz. Sevde ile istişare eder ve onunla pek dostane geçinirdi(3). Hz. Şevde, Aişe'yi o kadar severdi ki, Rasûl-i Ekrem'in de­vamlı olarak onunla kalmasını ister ve kendi hukukunu Aişe'ye devre­derdi.

HZ.AİŞE VE HZ. HAFSA

Hz. Hafsa Hz. Aişe, Rasûl-i Ekrem'in zevcesi olarak tam sekiz se­ne bir arada yaşadılar. Hz. Aişe, Hz. Ebû Bekir-es-Sıddık’ın kızı; Hz. Hafsa, Hz. Ömer-i Faruk'un kerimesi idi. Aişe ile Hafsa arasında tam bir fikir birliği vardı. İkisi de evlerine ait hususlarda yardımlaşırlar, birbirlerini severlerdi.

HZ.AİŞE VE HZ. ÜMMÜ SELEME

           Hz. Aişe'den sonra Peygamberin hanımlar içinde dirayet ve zekâ­sı ile mümtaz olan kadın, Hz. Ümmü Seleme idi.

 Hz. Ümmü Seleme'nin fıkha ait hükümler çıkarmak ve fetva ver­mek itibariyle hâiz olduğu makam, Hz. Aişe'yi takip eder.

 Hz. Üm­mü Seleme yaşlı bir kadındı. Fakat sahip olduğu meziyetler dolayısıyla Rasûl-i Ekrem'den hürmet görürdü. Hz. Aişe ile Hz. Ümmü Seleme arasında bir ihtilaf baş göstermesi bahis mevzuu değildir. Yalnız bir defa Peygamberimizin bazı hanımları, Rasûl-i Ekrem'in Aişe'nin ya­nında bulunduğu zaman O'na her türlü hediyelerin gönderilmesinden müteessir olarak Rasûl-i Ekrem nerede ise bu hediyelerin oraya gönderilmesi icap ettiğini söylemişler, Hz. Ümmü Seleme'yi de bu husu­su Rasûl-i Ekrem'e iletmeye memur etmişlerdi. Hz. Ümmü Seleme, bu sözleri Rasûl-i Ekrem'e metanetle söylemiş, Rasûl-i Ekrem ile Hz. Aişe bu sözleri dinlemişler, Rasûl-i Ekrem Ümmü Seleme ye cevap vermiş, Hz. Aişe bir tek söz söylememiş ve Ümmü Seleme'nin bu sözleri söy­lemesinden zerre kadar teessür göstermemişti.

HZ. AİŞE VE HZ.CÜVEYRİYE

       Hz. Aişe ile Hz. Cüveyriye arasında bir ihtilaf baş göstermesin­den bahsedilmemektedir. Hz. Aişe, Cüveyriye'yi ilk gördüğü zaman onun güzel bir kadın olmasından dolayı biraz kuşkulanmış, fakat çok geçmeden yanıldığını anlamış, Rasûl-i Ekrem'in yanında yüz gü­zelliğinin değil, fakat manevî kıymetin daha muteber olduğunu gör­müştü.

HZ. AİŞE VE HZ. ZEYNEB BİNTİ CAHŞ

       Cahş'in kızı Zeyneb, Rasûl-i Ekrem'in halazadesi idi. Zeyneb, bi­raz mağrur ve sinirli bir kadındı. Nitekim ilk kocasından bu yüzden ayrılmıştı. Peygamberin bütün hanımları arasında, akrabalık nokta-i nazarından Rasûl-i Ekrem'e en yakın olan, o idi. Onun için Zeyneb, kendini diğer ortaklarının hepsinden fazla hürmet ve itibara lâyık görür­dü. Hz. Aişe, Peygamber'in bütün hanımları içinde yalnız onun kendi makamını daha yüksek tanıdığını söyler. Peygamber'in hanımlarından bazıları Zeyneb, Rasûl-i Ekrem'in Aişe'- nin yanında bulunduğu sırada yanına girerek söylenmesi istenen söz­leri söylemiş, Hz. Aişe Rasûl-i Ekrem'e bakarak müsaade istemiş ve Zeyneb'i cevap veremeyecek duruma getiren müdellel bir konuşma yap­mıştı. Rasûl-i Ekrem, Aişe'nin sözlerini dinledikten sonra «Ebû Bekir'­in kızı bu!» demişti. Bununla beraber Hz. Aişe ile Hz. Zeyneb ara­sındaki sevgi ve samimiyet çok kuvvetli idi. Rasûl-i Ekrem, Zeyneb'i aldığı zaman Aişe Zeyneb'i tebrik etmişti. Münafıklar Hz. Aişe'ye iftira ettikleri ve Zeyneb'in hemşiresi Hamne de iftiracılara iltihak etti­ği zaman Hz. Zeyneb hak ve hakikatten kıl kadar ayrılmamış, Rasûl-i Ekrem ona Aişe hakkında ne düşündüğünü sorunca “ onun yalnız iyili­ği ve dürüstlüğünü biliyorum”  demişti. Hz. Aişe, Hz. Zeyneb'in ahlakî fazileti, takvası ve iyiliğini daima takdir ederdi. Bir defa Hz. Zeyneb, Hz. Safiye'ye «Yahudi kızı» demiş, Rasûl-i Ekrem ona gücenmiş, iki ay ona iltifat etmemiş, nihayet Hz. Aişe aracılık yaparak Rasûl-i Ekrem'in affını niyaz etmiş, Rasûl-i Ekrem de Zeyneb'i affetmişti. Hz. Aişe, Hz. Zeyneb hakkında “ ben Zeyneb'den daha dindar, daha takvalı, daha dürüst, daha cömert ve Allah'ın rızasını kazanmağa daha istekli bir kimse görmedim. Ne var ki Zeyneb biraz asabice idi. Fa­kat bu davranışlarından çarçabuk pişman olurdu.” Demişti.

HZ. AİŞE VE HZ. ÜMM-İ HABİBE

        Hz. Aişe ile Hz. Ümmü Habibe arasında herhangi bir anlaşmaz­lık baş gösterdiğine dair bir rivayet yoktur. Râviler kitaplarında, Hz. Ümmü Habibe'nin ölüm hastalığı esnasında Hz. Aişe'yi çağırt­tığı ve ona “ ortaklar arasında ne de olsa, bir tatsızlık olur. Böyle bir şey olduysa Allah ikimizi de affetsin”  dediği, bilmukabele Hz. Aişe' nin “ Allah cümlemizi affetsin ve seni kurtarsın!”  sözlerini söylediği zikrediliyor.

HZ. AİŞE VE HZ. MEYMÛNE

       Hz. Aişe ile Hz. Meymûne arasında hiç bir ihtilaf yoktu. Hz. Aişe, Hz. Meymûne'nin vefatında “ içimizde onun kadar takva sahibi olan yoktu” demişti.

HZ. AİŞE VE HZ. SAFİYYE

        Hz. Safiyye, Resulü Ekrem'le ancak üç sene kaldı. Hz. Aişe, Safiyye'nin birçok menkıbe ve faziletlerinden bahseder. Bununla beraber hadis kitaplarında Hz. Aişe ile Hz. Safiyye arasında şöyle bir hâdisenin vuku bulduğu anlatılıyor;

Hz. Safiyye, bilhassa mutfak işlerinde becerikli idi. Bir gün Resul-i Ekrem, Hz. Aîşe'nin yanında bulunuyordu. Aişe, Rasûl-i Ekrem'e yemek hazırlarken Safiyye de bir kap yemek gönderdi. Hz. Aişe, bü­tün zahmetinin boşa gittiğini görerek öfkelenmiş, Safiyye'nin gönder­diği yemeği hizmetçinin eline vurarak yere düşürmüş, yemek kabı da parça, parça olmuştu. Allah resulü hiç ses çıkarmadan yerdeki parçaları toplamış. Toplar iken de hizmetçiye “ anan kıskandı, anan kıskandı” diyerek ortamı yumuşatmıştır.  Kısa bir müddet sonra Hz. Aişe pişmanlık duymuş, Rasûl-i Ekrem'e bu kusurunu nasıl telafi edeceğini sormuş, Rasul-i Ekrem de kırılan ye­mek kabının tazmin edilmesini emretmiş, o da yeni bir yemek kabı alarak göndermişti.

Bir erkeğin müteaddid karıları olursa bunlar arasında sevgi ve samimiyet aranmaz. Fakat bu bölümde verdiğimiz izahattan anlaşı­lacağı veçhile Peygamber'in evi bir anlaşmazlık ve kavga yeri değil, iyi ahlak ve iyi geçinmenin hükümran olduğu bir ocaktı. Bunu izah için verdiğimiz bütün malumat, sahih hadis kitaplarından alınmıştır.

Tirmizî'nin naklettiği bir rivayete göre bir defa Rasûl-i Ekrem, Hz. Safiyye yi ağlıyor görmüş, sebebini sormuş, o da «Aişe ile Hafsa, biz Rasûl-i Ekrem'in nazarında daha kıymetliyiz; çünkü hem O'nun zevce­leri, hem de O'nun amcazadeleriyiz, diyorlar» demişti. Rasûl-i Ekrem de Safiye'ye teselli verdi. Sonra ona şöyle konuştu:

__ Sen niçin onlara “ Siz nasıl benden daha kıymetli olabilirsiniz! Kocam Muhammed, babam Harun ve amcam Musa'dır benim” deseydin ya. Diyerek teselli etmiştir.

PEYGAMBERİMİZİN EVLÂDLARI VE HZ. AİŞE

        Hz. Hatice nin doğurduğu çocuklardan dördü, Hz. Aişe'nin üvey evlatları olmuşlardı. Bunlar: Zeyneb, Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma’dır. Zeyneb, Rukıyye ve Ümmü Gülsüm, Hz. Aişe'nin Peygambe­rimize varmasından önce evlenmiş bulunuyorlardı. Hz. Rukıyye, Hic­ret'in ikinci senesinde, Hz. Zeyneb Hicret'in sekizinci senesinde, Hz. Ümmü Gülsüm Hicret'in dokuzuncu senesinde vefat etmişlerdi. Hz. Aişe ile Rasûl-i Ekrem'in evlatları arasında herhangi bir ihtilaf çıktığı­nı gösterecek bir şey yoktur.

Hz. Aişe, Rasûl-i Ekrem'den şu hadisi naklediyor:

“Benim şefkat kucağımdan kapılan kızım iyi kızımdı. Rasûl-i Ekrem bu hadisi ile şehit edilen Hz. Zeyneb'i son derece sevdiğini anlatmaktadır. Rasûl-i Ekrem, Zeyneb'in kızı olan torunu Ümâme'yi çok sever, onu Mescide getirir, namaz kılarken yanında bulundururdu.

Hz. Aişe'nin evlenmesi esnasında Fâtıma, henüz evlenmemişti. Hz. Aişe'nin evlenmesinden bir yıl sonra Hz. Fâtıma, Hz. Ali'ye var­mıştı. Hz. Aişe, Hz. Fâtıma'nın düğünü için yapılan hazırlığa iştirak etmiş, düğün için yemek pişirmişti. Hz. Aişe'nin rivayetine göre Hz. Fâtıma'nın düğünü, o zaman yapılan düğünlerin en iyisi idi

 Fâtıma’ nın düğünden sonra ikamet ettiği ev, Hz. Aişe'nin hücresine bitişikti. İki evi birbirinden ayıran duvarın ortasında bir pencere vardı. Aişe ile Fâtıma, bu pencereden birbirleriyle konuşuyorlardı.

Hiç bir hadis kitabı, Hz. Aişe ile Hz. Fâtıma arasında herhangi bir anlaşmazlık ve çekişme baş gösterdiğinden bahsetmiyor. Bütün hadis kitapları, Aişe ile Fâtıma'nın gayet iyi geçindiklerini, ikisi arasında sevgi ve samimiyetin hâkim olduğunu te'yid ediyor. Bir kere Peygam­berin hanımlarının, Hz, Fâtıma'yı Peygamber'in yanına göndermişler. Ve Resûlullah’a Ebu Bekir’in kızına adaletli davranmasını istediklerini Hz. Fatıma ile Allah resulüne duyurmuşlardı. Onların bundan kasıtları Hz. Aişe’ye imtiyazlı davranmaktan onu vazgeçirmek istemeleriydi. O zaman Rasûl-i Ekrem de Hz. Fâtıma’ya

 __ kızım! Sen de benim sevdiğimi sevmez misin? Demiş.

Hz. Fâtıma hareketinden mahcup olarak dönmüş, Peygamber'in hanım­larının onu bir daha göndermek istemelerine rağmen bu işi karışmak istememişti.

***

Hz. Aişe, Hz. Fâtıma hakkında diyor ki;

 “Hz. Peygamber'den son­ra onun kadar iyi bir insan görmedim.”

Bir gün Tâbi in’den biri, Hz. Aişe'ye

“Rasûl-i Ekrem, en çok kimi severdi?”  sualini sordu. Hz. Aişe şu cevabı vermişti: __ Fâtıma’yı. Hz. Aişe diyor ki:

__ Fâtıma kadar Rasûl-i Ekrem'le birlikte bulunan bir kim­se yoktu. Fâtıma geldiği zaman Rasûl-i Ekrem ayağa kalkarak onu is­tikbal eder, alnını öper, sonra yerine otururdu.

Hz. Fâtıma’nın, ehl-i beyt ve âl-i abâ'dan olduğuna dair hadis, Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir.

Hz, Aişe diyor ki: Bir gün Peygamberin bütün hanımları O'nun huzurunda idik. Derken Fâtıma geldi. Fâtıma’nın bütün hal ve hareketle­ri, Rasûl-i Ekrem'in hal ve hareketlerine benzerdi. Rasûl-i Ekrem, Fâtıma’yı çağırdı ve yanına oturttu. Sonra onun kulağına bir şey fısıldadı. Fâtıma’nın gözlerinden yaş geldi. Rasûl-i Ekrem, Fâtıma’nın teessürünü görerek onun kulağına başka bir şey fısıldadı. Bunun üzerine Fâtıma gü­lümsedi. O zaman Fâtıma’ya bunun sebebini sordum. Fâtıma, Rasûl-i Ekrem'in sırrını ifşâ etmek istemedi.

  Hz. Peygamberin irtihalinden sonra Fâtıma dan bir kere daha sordum. Fâtıma şu cevabı verdi: Ba­bam, önce hastalığı neticesinde irtihal edeceğini söyledi. Gözlerimden yaş geldi. Sonra bana, ailesi içinden kendisine ilk kavuşacak olanın ben olduğumu haber verince ben de buna sevindim.

HZ. AİŞE’NİN EVİ

     Hz, Aîşe'nin evi; Medine'de en mühim ilim merkezi idi. Büyük küçük, kadın, erkek birçok kimseler onun sohbetine devam eder, bil­mediklerini ona sorup öğrenirlerdi.

Hz. Aîşe'nin yetiştirdiği âlimlerden Urve b. Zübeyr İle oğlu Hîşam; helâl ve harama, ilme, şiire, tıbba ve tarihe Hz. Aîşe kadar vâkıf olan bir kimse görmediklerini beyan ederler.

Hz. Aîşe'nin yetiştirdiği âlimlerden Mesruk, sorulan bir suale cevaben, sözünü yeminle teyit ederek:

 “ Ashabın en ihtiyarlarını ferâiz hakkında Hz. Aîşe'ye sorarlarken gördüm.” Der.

    Hz. Aîşe, Ashabın müctehidleri arasında idi. Rivayet ettiği ah­kâm ve hâdîsâtı yalnız nakil ile kalmaz, onların sebep ve hikmetlerini de bildirirdi.

Hz. Aîşe'nin yetiştirdiği yüzlerce âlimlerden elliden fazlasını kadınlar teşkil eder.

Hz. Aîşe, kadınlık tarihinde en şerefli ve üstün mevkie sahip, di­nî, ahlâkî, ilmî, idarî meziyetleri kendisinde toplamış, yüzlerce ilim ve irfan sahibi insanlar yetiştirmiş müstesna bir şahsiyettir...

    Hazret-i Aîşe'nin hayatı, önünden sonuna kadar, kanaat, takva ve sehâvetin en parlak örnekleriyle doludur.

   Hazret-i Aîşe'nin gelin olarak girdiği ve hayatının sonuna kadar yaşadığı hücre, Mescid-i Nebevî'nin Şam tarafına düşen, kapısı Mescide açılan, genişliği 6-7 arşın'dan, duvarları kerpiçten, tavanı hur­ma bölmeleri ve yapraklarından ibaret, uzunca bir adam boyu yüksek­liğinde bir kulübe idi. Yağmurun sızmasına mâni olmak için, tavanın üzerine yün tortusu örtülmüştü. Kapısı ardıç veya sac denilen bir ağaçtan veya örtüdendi.

Bu mütevazı hücredeki eşya da, Bir sedir, bir hasır, bir kat ya­tak, bir yastık, un ve hurma koymak için iki çanak, bir su kabı, bir su bardağından ibaretti.

Ehl-i beyt'in üç gün arka arkaya muntazam bir yemek yediği de, vaki' değildi. Ekseriya, hurma ve su ile geçinirlerdi.

Bazen ay geçer de bu mütevazı hücrenin kandilinin ışıldadığı, ba­casının tüttüğü görülmezdi.

Rasûl-i Ekrem, Hazret-î Aîşe'nin hücresinde bulunduğunda yiyecek bir şey bulunup bulunmadığını sorar, o da, hiç bir şey bu­lunmadığını söylediği vakit, o günü, oruçlu geçirirler, yahut Medineli Müslümanlardan biri bir miktar süt gönderir ve bu sütle iktifa olu­nurdu.

Rasûl-i Ekrem'in irtihal buyurduğu gün, Hazret-i Aîşe'nin evinde bir günlük yiyecek bile yoktu.

Hz. Aîşe, iki kız çocuğu ile bir şey istemeğe gelen fakir bir ka­dına, bir tek hurmadan başka verecek bir şey bulamamış, onu da, ona vermiştir.

    Hicretin 9'uncu senesinde Medine'ye gelen mallar ve ganimetler son derece mebzuldü. Her taraftan Medine'ye zahire gönderiliyordu. Buna rağmen, Rasûl-İ Ekrem'in hane-i saadetindeki hayat tarzı değiş­memiş, değiştirilmemiştir.

   Hayber'in fethinden sonra, Zevcât-ı Tâhirâta tahsis olunan erzak dahi, fakirlere tasadduk ve misafirlere ikram dolayısıyla, vaktinden evvel tükenir, bazı günler, Ehl-i Beyt aç kalırlardı.

Ehl-i Beyt arasında ümera ve rüesa kızları vardı. Bunlar, babala­rının veya eski kocalarının evlerinde müreffeh bir hayat geçirmişler­di, Medine'de herkes, az çok refah içinde yaşarken, bunlar kendile­rinin sıkıntı içinde bırakılmalarına dayanamamışlar, başkaları kadar olsun, müreffeh yaşatılmalarını istemişlerdi. Başkaları için hoş, gö­rülebilecek olan bu talep, Ehl-i Beyt için, hoş görülemezdi. Onlar, maddî hayatın geçici zevklerinden kendilerini uzak tutabilecek dere­ceye yükselmekle mükellef birer fazilet ve feragat timsali idiler. Bu­nun için, iki şıktan birini seçmekte serbest bırakıldılar.

“ Ya dünyayı tercih edip Rasul-i Ekrem’den ayrılacaklar yahut âhireti tercih ede­rek hane-i saadette kalacaklar, ikisini bir araya getiremeyeceklerdi.

Cenâb-ı Hak, bunu, Rasûl-i Ekrem'ine, Ahzâb Süresi'nin:

“ Ey Peygamber Zevcelerine deki: Eğer, siz dünya hayatını ve ziynetini istiyorsanız, geliniz size talak, hakkınızı vereyim de hepinize güzel bir tarzda yol vereyim. Şayet, Allah'ı ve Peygamber'ini ve âhiret yurdunu İstiyorsanız, şüphe yok ki, Allah, sizden iyilik eden ka­dınlar İçin, büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” mealindeki 28 ve 29.  ayetleriyle tebliğ buyurdu.    

Rasûl-i Ekrem, bu hususu, Hazret-i Aîşe'ye açıklayıp ebeveyni ile İstişare etmeden karar vermemesini hatırlattığı zaman, Hazret-i Aîşe'nin cevabi şu idi:

__ Ya Rasûlullâh! Ben, Allah'ı ve Rasûlullah'ı tercih ediyorum!

    Şu bir kaç vakıa dahi, Hazret-i Aîşe'nin Rasûl-i Ekrem'le geçen hayatını kâfi derecede anlatmıştır sanırız.

Hazret-i Ebû Bekir'in devrinde, Hazret-i Aîşe'ye, Rasûl-i Ekrem'in Hayber'den tahsis ettiği erzak veriliyordu. Bu da seneden seneye ve­rilen bir miktar un, arpa ve buğdaydan ibaretti.

Zevcât-i Tâhirâta verilmekte olan bu erzak, Hazret-i Ömer'in dev­rinde nakde çevrilmekle, Hazret-i Aîşe'ye de, senevî on iki bin dirhem tahsis olunmuştu.

Hazret-i Aîşe, varlıkta da, darlıkta da, aynı şekilde yaşamış, ken­disine teveccüh eden dünyayı daima reddetmiş, ona, asla iltifat et­memiştir. . .

Hazret-i Aîşe, eline geçeni biriktirir, biriktirdiğini de, muhtaç ve yoksullara paylaştırırdı.

Kendisine Beytülmâl'dan verilen tahsisatı dahi yoksullara, fakir­lere dağıtırdı- Hîşam b. Urve, Hz. Aîşe'nin 70 bin dirhemi birden tasadduk edip kendisine bir şey bırakmadığını gördüğünü söyler.

Müslümanların eline pek çok ganimet malı geçiyordu. Buna rağ­men Hz. Aîşe, sade ve son derece mütevazı bir hayat yaşıyordu. Yir­mi beş bin dirhem gibi büyük miktarda bir parayı tamamen dağıttığı halde oruç olduğunu ve paranın bir dirhemine et alıp onunla iftar et­meyi bile aklına getirmiyordu. Bugün buna benzer olaylar o kadar uzaklarda kaldı ki, bu gerçek olaylar bize inanılmaz geliyor. Ama o günlerde Müslümanların genel yaşayışını göz önünde tutan ve bilen insanlar nazarında bunun gibi on binlerce olay olağandır ve şaşıla­cak bir yanı da yoktur...

Irak ganimetleri arasında bulunan inciler, kendisine hediye edil­diği zaman:

 “ Ya Rab, beni, Ömer'in hediyelerini almak için yaşatma” diye niyazda bulunduğu rivayet edilir.

Abdullah b. Zübeyr, bir kere, Hazret-i Aîşe'ye yüz bin dirhem göndermişti. Bu kadar paradan akşama bir şey kalmamış, hepsi muh­taçlara dağıtılmıştı. O gün kendisi de oruçlu idi. Hizmetçisi:

 __ Akşama, iftar için bir şey bırakmalıydınız. Dediği zaman ona:

__ Bunu ön­ce söylemeliydin. Demekle iktifa etmiş, zerre kadar telaşlanmamış ve nedamet hissetmemiştir.

Hazret-i Aişe'nin kendisine ait bir evi dahi Muâviye'ye satıp pa­rasını muhtaçlara dağıttığı rivayet edilir.

Hazret-i Aîşe, yetim çocukları alır, terbiye eder, yetiştirir ve evlendirirdi. Bunu, kendisi için bir vazife ve borç bilirdi.

Hazret-i Aîşe, birçok köle azâd etmiştir. Azâd ettiği kölelerin sa­yısı altmış iki'yi bulmaktadır.

Medine'de bir kölenin bir miktar para mukabilinde azâd edilmesi için, halkın yardımına başvurduğunu haber aldığı zaman, istenilen pa­rayı verip onu, hürriyetine kavuşturmuştur.

Hazret-i Aîşe, hayatın bütün zevkini Allah'a ibadet ve tâatta, in­sanlara iyilik etmekte bulan, hayatını dini hüküm ve esaslara göre ayarlayıp buna ömrünün sonuna kadar riayet eden muttaki bir insandı.     

   

     Rasûl-i Ekrem'in sağlığında O'nun nafile oruç ve namazlarına seve,  seve iştirak ettiği gibi, irtihalinden sonra da, bunlara itina ile devam­dan geri durmamıştır.

Hazret-i Aîşe, Rasûl-i Ekrem'le kıldığı teheccüd namazını da hiç bı­rakmamış, Rasûl-i Ekrem gibi, günlerinin çoğunu oruçlu geçirmiştir.

Emir’el Mü’minin Ömer İbn-i Hattab mü'minlerin annesi Aîşe'ye sünnetler hakkında soru sormaya çok meraklıydı. Kelle ve paçaya ka­dar Rasûlüllah'ın hanımlarına paylarını gönderirdi. Yanında dokuz tane tabak vardı. Bir meyve ve yeni bir mal gelir gelmez onlardan bu ta­baklara koyar ve onları Rasûlullah'ın eşlerine gönderirdi.

Mü'minlerin emiri Ömer Hayber'i taksim ettiğinde Hz. Peygam­berin eşlerini, onlara araziden verilmesinde veya her yıl onlara yüz vesak tanzim edilmesinde muhayyer bıraktı. Aîşe ve Hafsa Bint Ömer:

— Biz her yıl yüz vesak isteriz, dediler.

Sa'd Ibni Ebı Vakkas Medain'i (Kisra'nın oturduğu yer) fethedip Müslümanlar birçok ganimet elde ettiğinde Mü'minlerin emiri Hz. Ömer de humusu (beşte biri) taksim etmek istediğinde mü'minlerin anneleri­ne on bin verdi. Aîşe'ye iki bin daha ilâve etti ve şöyle dedi:

— O Rasûlüllah'ın (S.A.V) en çok sevdiği hanımıdır.

Mü'minlerin annesi Hz. Aîşe şöyle derdi

— Bende, Allah'ın Meryem Bint İmran'a verdiğinin dışında, hiçbir kimsede olmayan yedi haslet vardır. Yalnız bunu, kumalarıma karşı övünmek için söylemiyorum. Bu hasletler:

Melek benim resmimi in­dirdi. 

Resûlullah beni kız ola­rak aldı. Başka hanımlarını kız olarak almamıştır.

Ben onunla aynı yor­ganın altındayken Resûlullah'a vahiy geldi.

 Ben onun en sevdiği hanı­mıydım.

Benim hakkımda Kur'an'dan ayetler indi. Ümmet bu ayetler yü­zünden nerdeyse mahvolacaktı.

Hanımları arasında benden başkası Cebrail'i görmediği halde ben onu gördüm.

Yanında melekle benden başka kimse olmadığı halde ruhu benim odamda alındı.

Yine şöyle der:

— Allah'ın bana ihsan ettiği nimetlerinden birisi Rasûlullah'ın be­nim odamda, benim nöbetimde, başı benim göğsümün üstü ile gerda­nımın arasında iken vefat etmesidir.

Mü'minlerin annesi, mü'minlerin emiri Osman İbn Affan zamanın­da hacca gitmek için yola çıktı. Asiler Osman'ın evini kuşatmışlardı. Hac ibadetini tamamlayıp Medine'ye dönerken yolda, mü'minlerin emi­ri Osman İbn Affan’ın öldürülmüş olduğunu öğrendi ve Mekke'ye geri döndü. Hicr'de ayakta durup mü'minlerin emiri Osman İbn Affan'ın ka­nını talep etti. Böylece o kıyam edenlerin [ayaklananların] ilki ve ka­tillerinin bulunup cezalandırılmasını isteyenlerin ilki oldu.

Basra'ya gitmek üzere yola çıktı. Muaviye İbn Ebu Sufyan ve Şam­lılar da Osman İbn Affan'ın kanını talep etmek üzere ayaklandılar. Mü'­minlerin emiri Hz. Ali de onlara doğru yola çıktı ve Hz. Ali Cemel Vakası’nda onları yendi.

 Mü'minlerin annesi Aîşe, Ali İbn Ebu Talib'in taraftarlarının ellerine düştü. Mü'minlerin emiri Aîşe'ye ikramda bu­lundu. Ona, binit, azık ve eşya olarak ne gerekiyorsa hepsini temin et­ti. Aîşe'nin yanına kardeşi Muhammed İbn Ebu Bekir'i de verdi. Aîşe için Basralı hanımlardan 40 tanesini seçti. Böylece o Rasûlüllah'ın şehrine vardı. Aîşe hayatını orada sürdürdü.

****

Muâviye İbn Ebu Sufyan devrinde, Aîşe, onun yaptığı israf ve sa­vurganlıktan, yaşadığı saltanat hayatından, başkalarına yaptığı haksız­lıklardan memnun değildi. Muâviye ona:

— Bana kısaca yaz diye bir mektup gönderdi. Aîşe ona cevap olarak şu mektubu yazdı.

— Selâm senin üzerine olsun. Ben Rasûlullah'ın şöyle dediğini duydum.

“ Bir adam insanların rızasını kazanmaya değil de Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırsa Allah Teâlâ onu insanların rızasını ka­zanmadığından hâsıl olacak her zarardan korur. Ama rızasını bir ta­rafa bırakıp da insanların rızasını kazanmaya çalışanları Allah da in­sanlara bırakır. Vesselâm.

****

Abdullah İbn Abbas mü'minlerin annesi Aîşe'nin yanma girmek is­tedi ve ondan izin istedi. Aîşe:

— Onun tezkiyesine (övmesine) ihtiyacım yok dedi. Kardeşinin oğlu Abdullah İbn Abdurrahman İbn Ebu Bekir ona:

— Anneciğim! İbn Abbas senin evinin salih kişilerindendir. O sa­na ziyarette bulunmak üzere geldi.

Aîşe yeğenine:

— Ona müsaade et de gelsin, dedi.

Abdullah İbn Abbas mü'minlerin annesi Aişe'nin yanına girdi ve:

— Anne! Müjdeler olsun sana. Vallahi seninle, Muhammed ve dostlara kavuşman arasındaki şey ruhunun cesedinden ayrılmasından başka bir şey değildir. Sen Rasûlüllah'ın en çok sevdiği hanımıydın. Rasûlüllah (S.A.V) ancak iyiyi severdi, dedi.

Aîşe:

— Daha? Dedi. Abdullah İbn Abbas:

— Senin gerdanlığın kayboldu. Rasûlüllah oradan ayrılmayıp onu arattırdı. Sonunda su bulamadılar. Allah Teâlâ

 “ Temiz bir toprakla te­yemmüm ediniz” ayetini indirdi. Allah'ın bu ümmete indirdiği bu ruh­sat senin sebep ve bereketinle oldu. Mistah meselesi ve iftira olayında olan oldu. Allah Teâlâ yedi kat semanın üstünden senin temiz ve kö­tülükten uzak olduğunu bildirdi. Kur'an-ı Kerim’in senin hakkında inen ayetleri gece gündüz camilerde okunuyor.

Mü'minlerin annesi Aîşe;

— İbn Abbas! Bana övgüde bulunmaktan vazgeç. Ben unutulup gitmeyi arzu ediyorum, dedi.

Hassan İbn Sabit gözleri kör olduktan sonra Aîşe den yanına gir­mek için izin istemeye geldi. Aîşe'ye:

— Buna izin verecek misin? (İftira olayına katılanlardandı) denildi:

Mü'minlerin annesi Aîşe:

— Zaten onun başına büyük bir azâb gelmemiş mi (Bu sözüyle onun gözlerinin kör olmasını kastediyordu)?

Son dakikalarında mü'minlerin annesi şu vasiyeti yaptı:

— Benim cesedimi ateşle takip etmeyin. Altıma da kırmızı kadife koymayınız.

Resûlullah’tan sonra yanlış bir harekette bulundum. Beni Rasûlullah'ın diğer eşlerinin yanına defnediniz.

Mü'minlerin annesi Aîşe hicretin 57. senesi 17 Ramazan'ında Salı gecesi 66 yaşındayken vefat etti.

Ebû Hureyre Aîşe'nin cenaze namazını kıldırdı. Vasiyeti üzere ge­ce karanlığında meşalelerin ışığında Bakî mezarlığına götürüldü. Ce­nazeyi kabrine indirenler Abdullah İbnu'z-Zubeyr, Urvetu İbnu'z-Zubeyr, el-Kasım İbn Muhammed, İbn Ebu Bekir ve Abdullah İbn Abdurrahman İbn Ebu Bekir'di.

Hz. Peygamber'in diğer hanımlarının yanına defnedildi. [1][12]

KAYNAK:HÜR AVAZ

Güncelleme Tarihi: 26 Ağustos 2020, 22:34
YORUM EKLE
YORUMLAR
Bilal bayindir
Bilal bayindir - 4 yıl Önce

Allah razı olsun çok güzel bir yazı olmuş tam manası rehberimiz olması dileği ile Allah'a emanet olunuz

Bayram
Bayram - 4 yıl Önce

Allah cc razı olsun.

SIRADAKİ HABER