HZ. SEVDE BİNT ZEM'A (R.ANHÂ) KİMDİR?

HZ. SEVDE BİNT ZEM'A (R.ANHÂ) KİMDİR? BİLİNMEYENLER

HZ. SEVDE BİNT ZEM'A (R.ANHÂ) KİMDİR?

HZ. SEVDE BİNT ZEM'A (R.ANHÂ)

“ Resulullah’ın ikinci zevcesi, müminlerin annesidir.”

        Sevde validemiz, Zem’a bin Kays’ın kızı olup, annesi Sümus binti Kays’tır. Önceleri Sekran bin Amr ile evliydi. Bu evlilikten 6 çocuğu oldu. Hz. Sevde, eşi Sekran hayattayken ibretli bir rüya gördü. Gökyüzünde ki ay, süzülüp kendi üzerine inmişti. Rüyasını eşine anlatınca eşi şöyle tabir etti. “ Şayet rüyan sadıksa, ben yakında öleceğim. Sende benim vefatımdan sonra şerefli birisiyle evleneceksin.” Sekran’ın tabiri Hz. Sevde’ye biraz garip gelmişti. 6 çocuğuyla dul kalan bir kadın şerefli biriyle evlenebilir miydi?

    Hz. Muhammed (s.a.v)’in ikinci hanımı, Kureyş Kabilesinin Sevde, Süheyl Bin Amr’ın kardeşi Sekran ile evlenmişti. Kocasından önce İslam dinin kabul etmiş ve bir süre sonra eşinin bu dini seçmesinde önemli rol oynamıştır. Mekke’de Müslümanlara işkence ve eziyetin yoğunlaştığı bir sırada Sekran, hanımını da alarak Habeşistan’a gitmiş, Allah yolunda mallarını ve akrabalarını terk edip gittiler. Es-Sekran İbn Amr hastalanınca hanımı Sevde Bint Zem'a'yla birlikte Habeşistan'dan Mekke' ye geldi. Ve Mekke'de vefat etti. Ve bir süre sonra orada ölmüştü. Sevde, eşinin ölümünden sonra Mekke’ye döndü. O sırada Hz. Hatice yeni vefat etmişti. Günler, cihadın ağırlığıyla yavaş, yavaş geçiyor, geceler uykusuz­luğun mahmurluğu ve zikirlerle dolu olarak uzuyor. Muhammed (S.A.V) çocuklarının annesi, evinin kadını, İslâm’da veziri, cihadda or­tağı Hatice’nin vefatından sonra yalnız... Kavminden gördüğü şeyler kendini yorduktan sonra dünyasını dolduran hatırayla halleşebilmek için kendini yalnızlığa bırakıyor.

   Sahabe, peygamberlerindeki keder izlerini gözetliyor ve bu yal­nızlığından endişe duyuyorlar. Evlenmesini istiyorlar. Belki de mü'minlerin annesi Hatice'nin vefatından sonra yapacağı bu ikinci evli­likte yalnızlığını unutur, diye düşünüyorlar. Ancak içlerinden birisi bu evlilik konusunda onunla konuşmaya cesaret edemiyor. Ta Havle binti Hakîm es-Selîme bu işe teşebbüs edinceye kadar bu durum sürüyor.

Mü'minlerin annesi Hz. Hatice öldüğünde Havle Bint Hakîm Hz Peygamber'e koşup şöyle dedi :

— Ya Rasûlullah! Yanına girince Hatice'nin yokluğunu hissettim

Peygamber (S.A.V) :

— Evet, o çocukların anası, evin de görüp gözeticisi idi, diye cevap verdi.

Havle Bint Hakîm:

— Peki, niye evlenmiyorsun? Dedi. Rasûlüllah (S.A.V):

— Hatice'den sonra... Kiminle? Dedi. Havle Bint Hakîm:

— Kız istersen kızla, dul istersen dulla, dedi.  Peygamber (S.A.V) sordu:

— Kız olan kimdir? Havle Bint Hakîm:

—. Allah'ın kullarından sana en lâyık olan kız. Seni tasdik eden ve sana îman edenlerin ilki olan Ebu Bekr'in kızı dedi. Rasûlüllah [S.A.V) :

— Ya dul olan kimdir? Diye sordu. Havle Bint Hakîm şu cevabı verdi.

— Sevde Bint Zem'a'dır. Sana iman etmiş ve söylediklerine tâbi olmuştur.

Rasûlüllah (S.A.V):

— Git. Benim hakkımda onlarla konuş dedi.

Havle Bint Hakîm, Zem'a İbn Kays İbn Abdişems'in evine gitti ve Sevde'nin yanına girdi. Sevde'ye:

— Allah sana hayır ve bereketten ne eriştirdi? Biliyor musun? Dedi.

Sevde Bint Zem'a:

— Nedir o? Ümmü Şureyk! Diye sordu. Havle Bint Hakîm:

— Rasûlullah beni, sana dünürlük için gönderdi dedi. Sevde Bint Zem'a kulaklarına inanamadı ve:

— Sevindim. Babamın yanına git, bunu ona söyle dedi.

Havle Bint Hâkim, Zem'a İbn Kays'ın yanına gitti. O çok yaşlı bir zattı. Zem'a:

— Bu kim? dedi, Havle Bint Hakîm:

— Ümmü Şureyk'tir. Zem'a İbn Kays:

— Ne var, ne yok? Dedi. Ümmü Şureyk:

Hz. Muhammed beni, Sevde’ye dünürlük için gönderdi dedi. Zem'a İbn Kays:

— İyi ve şerefli bir eş dedi.

Daha sonra tekrar sordu:

— Arkadaşın ne diyor? Havle Bint Hakîm:

— Bunu istiyor, dedi. Zem'a İbn Kays:

— Onu benim yanıma çağır dedi.

Ümmü Şureyk, Sevde Bint Zem'a'yı çağırdı. Babası ona:

— Yavrum! Bu arkadaşın, Hz, Muhammed'in onu, saha dünürlük için gönderdiğini söylüyor. O iyi bir eştir… Seni ona vermemi ister misin? Dedi.

Sevde Bint Zem'a:

— Evet dedi.'

Zem'a İbn Kays, Havle Bint Hakîm'e:

—Onu çağır, dedi.

Rasûlüllah (S.A.V) geldi. Sevde Bint Zem'a:

— Emrini bekliyorum, ya Rasûlullah! Dedi. Peygamber (S.A.V)

— Seni nikâhlamak için kavminden birisini görevlendir, dedi."

Sevde Bint Zem'a Allah’ın rasulü ile evlenmekten çok memnun olmakla beraber, bir husustan dolayı tereddüt etti. Onun tereddüdünü öğrenen Resulullah (s.a.v) :

Ya Sevde, benimle evlenmeni engelleyen sebep nedir, diye sordu. Sevde (r.anha):

_ Sizinle evlenmekten beni alıkoyan makul hiçbir sebep yoktur. Ancak, çocuklarım gürültü yaparak başınızı ağrıtırlar, diye korkuyorum, dedi. Resulullah (s.a.v):

_ Allah seni affetsin. Kadınların hayır bakımından en üstünü, küçük çocuklarından dolayı meşakkate uğrayanlardır, cevabını verdi. Ve Resulullah ile Hz. Sevde’nin nikâhları, bi’setin 10. Yılı Ramazan ayında kıyıldı. Böylece Hz. Sevde’nin gördüğü rüya tahakkuk etmiş oldu.

Rasûlullah Sevde'ye dörtyüz dirhem mehir verdi. Sevde Bin Zem'a Hz. Peygamber'in (S.A.V) Hatice'den sonra evlendiği ilk hanımdı. Bu peygamberliğin 10. yılı Ramazan ayında ve Mekke'de olmuştur.

Mekke'de Muhammed (S.A.V)'in Sevde binti Zem'a'ya dünür olduğu haberi yayılınca bazıları buna inanmadılar. Sevde gibi birine dünür olmak. Yaşlı ve dul da üstelik... Güzel de değil. Haşimli gen­cin dünür olduğu gün Kureyş kadınlarının hanımefendisi, Kureyş ileri gelenlerinin evlenmeye can attığı Huveylid kızı Hatice'nin yerini tu­tacak öyle mi?

    Hz. Sevde hiç bir zaman Hz. Hatice'nin yerini tutmak iddiasında değil­dir. O, Rasûlullah (S.A.V)'in evine, gönlü alınmak ve aynı zamanda amcazadesi de olan kocası Sekran b. Amf'ın ölümü dolayısıyla tazi­ye edilmek için girdi.

Sevde kocası Sekran'la birlikte Habeşistan muhaceretine katılmıştı. Sonra kocası Sekran vefat etmiş, o da dul olarak kalmıştı. Ko­casının vefatı onu gurbet ve dul kalma sıkıntıları içinde bırakmıştı.

Rasûlüllah (S.A.V) Sevde'nin hayatını gözleri önüne getirdi: O, içinde yaşadığı, çocukluğunun neşeli günlerini geçirdiği, olgunluk döneminde kalb huzuruyla yaşamak istediği memleketine veda et­miş, halkını tanımadığı, dilleri değişik, dinleri ayrı meçhul bir ülke­ye gidip uzun süre kalmıştı. Medine'ye dönüp garipliğin acısını üze­rinden atamadan, ana yurdu Mekke'ye ayak basar basmaz, kocası Sekran ruhunu Hakk'a teslim etmişti.

Ölüm yakasını bırakmamış, döner dönmez yakalamış Mekke top­rağına, aile halkından; dostlarından birçoğunun son uykusunu uyu­duğu yere defnedilmişti.

Rasûlüllah (S.A.V) bu imanlı dul muhacire'nin durumundan son derece müteessir olmuştu.

Havle bint Hakîm onu hatırlatınca, ömrünün son demlerinde dayanak olmak, hayatın acılarını hafifletmek için merhametli elini ona uzatmıştır.

  Rasûlullah (S.A.V) Medine'ye hicret edip mescidini ve odalarını inşa edince, Muhacirlerle Ensar'ı birbirleriyle kardeş yapıp evine yer­leşince Zeyd İbn Harîse'yle Ebû Rafî'İ Mekke'ye gönderdi. Onlar Sevde Bint Zem'a'yı, Rasûlüllah'ın kızları Ümmü gülsüm ve Fatma'­yı, Zeyd'in hanımı Ümmü Eymen'i getirdiler. Abdullah İbn Ebî Bekr de Ebû Bekr'in ailesini ve Resûlullah'ın (S.A.V) eşi Hz, Aişe'yi getir­di. Böylece hepsi Medine'ye hicret etmiş oldular.

Rasûlüllah (S.A.V) bir gününü Sevde Bint Zem'a'ya, bir gününü de Hz. Aîşe'ye ayırdı. Hz. Sevde Rasûlüllah'ın evindeki yerini almaktan, iri olmasına rağmen Rasûlullah'ın kızları Ümmü gülsüm ve Fâtıma'ya hizmet etmekten son derece memnundu. Onun ruhunun hafifliği Ra­sûlüllah'ın kalbine sevinç ve mutluluk sokuyordu. Bir defasında Hz. Peygamber'e şöyle demişti.

— Ya Rasûlullah! Geceleyin arkanda namaz kıldım. Rükûda o kadar uzun kaldın ki kan damlamasından korktuğum için burnumu tuttum.

Peygamber (S.A.V) onun bu sözüne gülümsedi Sevde Bint Zema Ebû Yezîd! Kendinizi ele verdiniz. Şereflice ölseydiniz ya.

    Sevde Bint Zem'a, Rasûlüllah'ın Aîşe'ye olan sevgisini biliyordu. Aîşe'ye hizmet etmeye ve onu hoşnut kılmaya çok dikkat ediyordu. Kendisi yaşlanmıştı. Yaşının tecrübesiyle anladı ki resulullah’ın Hz. Aişe’ye muhabbeti ve meyli daha fazla idi. Hz. Aişe’nin yaşının genç olması ve Resulullah efendimize eş olarak daha fazla ihtiyaç duyması sebebiyle büyük bir fedakârlık yaparak ve hakkından feragat etti ve sırasını Hz. Aişe’ye devretti.

Ama bu ona dokunmadı. Rasûlüllah'ın onu bu mevkiye yükselt­mesi, Sekran b. Amr'ın dul kalmış karısı iken mü'minlerin annesi yapması yeterde artardı bile...

Rasûlüllah'ın evinde bir yerinin olmasına, onun kızlarına hizmet etmesine dünden razıydı.

Hz. Sevde, Hz. Aîşe gelinceye kadar Rasûlüllah'ın evinde bu min­val üzere kaldı. Hz. Aîşe gelince, hemen evin birinci mevkiini onun için boşalttı. Gayretini genç gelinin hoşnut olacağı şekilde harcadı ve onu rahat ettirmek için kendi rahatından fedakârlık yaptı... Rasûlüllah (S.A.V) onun yanına çok gelmiyordu. Bunun üzerine Sevde Bint Zem'a, Peygamber'in kendisini terk edip ayrılmasından korktu ve onun yanındaki yerini kaybetmek istemedi ve ona şöyle dedi:

—Ya Rasûlullah! Bana ayırdığın gün Aîşe'ye aittir. O gün de onun yanında kalabilirsin.

Beni nikâhında tut. Vallahi benim kocaya ihtiyacım ve hırsım yok. Ancak kıyamet gününde Allah'ın beni senin zevcen olarak diriltmesi­ni istiyorum.

Rasûlüllah (S.A.V) bunu kabul etti. Bir konuda şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Eğer kadın kocasının serkeşliğinden veya aldırmazlığından en­dişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir en­gel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır.» [1][2]

Sevde Bint Zem'a Hz. Peygamber'in hanımlarıyla birlikte çıkıp Rasûlullah ile {S.A.V) birlikte veda haccını yaptı.

   Rasûlullah (S.A.V) Refîk-i a'la'ya kavuştuğunda, Sevde Bint Zem'a hariç hanımlarından hiçbiri haccetmemişlerdi. O şöyle diyordu.

— Ondan sonra (Veda haccından sonra) asla haccetmem.

Mü'minierin emiri Ömer İbnu'l-Hattab zamanında ona bir torba dirhem gönderildi. O:

— Bunlar nedir? Dedi.

— Dirhemler, dediler.

Sevde Bint Zem'a:

— Torbada sanki hurma var gibi, dedi. Daha sonra hizmetçisini çağırıp;

—Benim arkamdan dirhem torbasını yetiştir.

Daha sonra torbanın içindekileri Medineli yoksullara dağıttı.

    İnsanlara iyilik yapmayı çok seven Hz. Sevde Allah rızası için yardım etmeyi ihmal etmezdi. Kendi elleri ile bir şeyler yapar, gelin olacak kızlara çeyiz olarak hediye ederdi. Nebiye gösterdiği saygı ve bağlılığı, vefatından sonrada devam ettirmiştir. Efendimizin vefatından sonra evinden dışarıya çıkmamış, ibadet ile meşgul olmuştu. Son çıkışı ise tabutla idi.

Kendisine:

Ey Sevde, sen neden Hac ve Umre yapmıyorsun? Hâlbuki Rasûlulah’ın diğer hanımları Hac ediyor Umre yapıyorlar, diye soranlara onun cevabı şu oldu:

Ben Hac ve Umre yapmıştım. Artık Allah’ın emrettiği gibi evimde oturacağım.

Resulullah’ın yetim kalan çocuklarına annelik şefkati göstererek onları büyütüp yetiştirerek onları büyütüp yetiştiren Sevde validemiz, Hz. Ömer’in hilafetinin son dönemlerinde Medine’de vefat etti.              

Kendisini diğer Peygamber hanımlarından ayıran bir husus da, itaat ve teslimiyette çok ileri gitmesiydi. Hz. Sevde validemiz takvayı mükemmel yaşayan biriydi. Allah’ın ve Resulullah’ın emirlerine çok bağlıydı. Efendimizi memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Tek arzusu vardı: Resulullah’ın nikâhı altındayken ahrete iltihak etmek. Burada ona olan yakınlığını ebedi devam ettirmek. Bu samimi arzusunu Allah kabul etmiş Nebi’nin nikâhlısı olarak öbür âleme göçmüştür. Sevde Bint Zem'a Ömer Îbnu'l-Hattab'ın halifeliği esna­sında ölmüştür

 Bir defasında Resulullah’ın zevceleri bir araya gelmiş sohbet etmekte idiler. Resulullah’ın ahrete intikalinin ardından yaşanacak muhtemel zorluğu konuşuyorlardı. Resulullahın vefatından sonra ona ilk olarak zevcelerinden kavuşacak olan kimdi acaba? Bunu öğrenmek için Resulullah’ın huzuruna gelip sordular.

_  Zevcelerinizden size ilk olarak kavuşacak olan kimdir? Efendimiz (s.a.v):

_ Sizin bana en çabuk kavuşanınız, kolu en uzun olanınızdır, buyurdu.

    Ezvac-ı Tahirat aldıkları bu cevaptan sonra hemen kollarını ölçtüler. Hz. Sevde’nin boyu uzun olduğu için koluda hepsinden uzun gelmişti. Bahsi kazandığını düşünüp Resulullah’a ilk kavuşanın kendisi olacağı için seviniyordu. Fahr-i Kâinat öbür âleme göçünce, Hz. Sevde kendisini Efendimize kavuşacak ölümü beklemeye başlamış, ahret hazırlığına yönelmişti. Fakat beklediği olmadı. Çünkü müminlerin annelerinden Zeynep Binti Cahş validemiz rahatsızlanmış, hastalığı iyice artınca da vefat etmişti. Zeynep’in Hz. Sevde’den önce vefat etmesi üzerine Rasulullah’ın söylediği sözün arkasındaki nükteyi araştırdılar ve şu sonuca vardılar. Rasulullah kolu uzun derken cömertliği kastetmişti. Hz. Zeynep verme noktasında diğer hanımlardan önce bulunuyordu.

    Mü'minlerin annesi Aîşe (R.anhâ) onun hareketini devamlı anar ve vefakârlığını şöyle dile getirirdi.

  “Yerinde olmak istediğim kadınların bana en sevgilisi Sevde Bint Zem'a'dır. Yaşlandığında şöyle demiştir: Ya Rasûlullah! Sana olan nöbetimi Aîşe'ye bağışladım.

Mübarek Annelerimizden Sevde Bint Zem'a (R.anhâ) Allah'a kulluğunun ve İslam’a imanının mükâfatını, ömrünün yaşlı günlerinde dünyada iken Rasûlullah'ın nikâhı altına girerek mükâfatlandırılan şe­refli bir İslâm kadını ve mü'minlerin annesidir.

Allah'a kulluğun ve ibadetin mükâfatı, dünyada görüldüğü gibi sabredenler için âhirette daha güzel bir şekilde gösterilecek ve taçlandırılacaktır...

İBRET VE ÖĞÜTLER

Resulullah’ın yetim kalan çocuklarına annelik şefkati göstererek onları büyütüp yetiştirerek onları büyütüp yetiştiren Sevde validemiz Hz. Aişe genç gelinin hoşnut olacağı şekilde harcadı ve onu rahat ettirmek için kendi rahatından fedakârlık yaptı.

Mahlûkattaki bütün merhamet tezahürleri de esasen Cenâb-ı Hakk’ın bu nihayetsiz rahmetinin bir tecellisidir. Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyuruyor:

“Cenâb-ı Hak rahmetini yüz parçaya ayırdı; bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu, bir cüz’ünü de yeryüzüne indirdi. İşte bu bir cüz rahmet sebebiyle bütün yaratılmışlar birbirlerine merhamet ederler. Hatta ana atın, (süt emzirirken) yavrusuna zarar vermemek için ayağını yukarı kaldırması bile, bu yüzde birlik rahmetin eseridir.” (1)

Kendisi nihayetsiz derecede merhametli olan yüce Rabbimiz, kullarının da birbirlerine karşı şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olmalarını murad etmektedir. Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimiz’in en mühim vasıflarından biri de engin merhametidir. Allah Teâlâ, O’nu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu yüzden Hak Teâlâ, kendi isimlerinden Raûf (çok şefkatli) ve Rahîm (çok merhametli) sıfatlarını Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e de lutfetmiştir. Hâlbuki önceki peygamberlerden hiçbirine bu sıfatların ikisini birden bahşetmemiştir.

Yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilmek, imanda ulaşılan seviyenin bir göstergesidir. Kâmil bir mü’min, karanlık bir gecenin mehtabı gibi nurlu, diğergâm, hassas, rakîk, merhametli, şefkatli ve cömert insandır. Merhametten uzak gönüller ise, âdeta canlı cenazeler durumundadırlar.

Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:

“Merhamet edenlere Rahman olan Allah Teâlâ merhamet buyurur. Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (2)

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (3)

“Merhamet, ancak şaki olanın kalbinden alınır.” (4)

 “Hâlık’ın nazarıyla mahlûkata şefkatle bakabilme” ahlâk-ı hamîdesi, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu cihanşümul hadîs-i şerifinde ne güzel ifade edilmektedir:

Birgün Efendimiz (a.s.m):

“–Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Yâ Rasûlallah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler.

Allah Rasûlü (s.a.v), sözlerini şöyle îzah etti:

“–Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şamil olan merhamettir, evet, bütün mahlûkâta şamil merhamet!.”

Mü’minleri iman vecdi içerisinde yaşatacak, nefislerinin hodgâmlığından ve bencilliğinden kurtarıp ruhlarını derinleştirecek en mühim hasletlerden biri, merhamettir. Merhametin meyveleri de, cömertlik, tevazu, hizmet, affetmek ve hasetten kurtulmaktır. Allah Rasûlü (s.a.v) ne güzel buyurur:

“Mü’minlerin, birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte bir vücut gibi olduklarını görürsün. Bu vücudun herhangi bir uzvu muzdarip olduğu takdirde, diğer kısımlarının da uykuları kaçar, ateşler içinde onun ıztırâbını duyarlar.”(5)

Merhamet, dünyada vicdan huzuru ve cennet müjdesi, âhirette ise ebedî saadet sermayesidir. Nitekim bir zât, Muâz bin Cebel (r.a)’a gelerek:

“–Bana nasihatte bulun!” demiş, Muâz (r.a) da:

“–Merhametli ol ki, ben de senin cennete girmene kefil olayım.” buyurmuştur.

FEDAKÂRLIK NUMUNESİ ANNEMİZ HZ. SEVDE

“… Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Teğabün Suresi, 16)

   Allah bu ayetiyle insanı bu dünyada ve ahirette kurtuluşa yöneltecek olan tavrın, nefislerinin kötü özelliklerinden sakınmak olduğunu bildirmiştir.

  İnsan nefsinde, fıtratında güzel ve kötü ahlakı cem etmiş olarak yaratılmıştır. Fedakârlık, sehavet, hoşgörü gibi güzel hasletler insana bir nimet-i ilahi olarak verildiği gibi bencillik, egoistlik, cimrilik gibi çeşitli kötü ahlak ile de mücadele etmek zorunda kalmıştır. İnsana bu kötü hasletlerin verilmesinin altında imtihan sırrı vardır. En büyük terbiyeci olan rabbimiz bu mücadele esnasında kulundaki itaat derecesini ölçmektedir. Nefsini eğitmediği takdirde, bu kötü ahlak kişinin tüm benliğine galebe eder. Böyle bir kişi ise genellikle herkesten çok hatta çoğu zaman yalnızca kendisini düşünür. Kendisi için daima her şeyin en iyisini, en güzelini, en mükemmelini ister ve bunları elde etmek için başkalarına zarar vermekten çekinmez. Kendisi bu özelliklere sahip olmadığı halde ona karşı herkesin olabildiğince anlayışlı ve özverili bir yaklaşım içerisinde olmasını bekler. İçten içe hep kendi istek ve çıkarlarını korumak, kendi rahatını ve konforunu sağlamak ister.

Nefsin bu zayıflığından kurtulmak ise, ancak imanı kavramak ve Kuran ahlakını yaşamakla mümkün olur. Kuran’da bildirilen gerçekleri ve Allah’ın emrettiği ahlak anlayışını kavrayan bir kimse, hayatının her anında fedakârlık gösterebilecek bir ahlak seviyesine ulaşır.

Allah, insanın nefsini kötülüklerden sakındırabilmesi ve Allah’ın beğendiği ahlaka ulaşabilmesi için vicdanı yaratmıştır. Vicdanın sesi, insana her türlü kötülükten sakınmanın ve iyiliğe ulaşmanın yollarını gösterir. İman eden bir insanın kalbindeki derin Allah sevgisi ve güçlü Allah korkusu, onu nefsinin kötülüklerine yenik düşmekten alıkoyar. Böyle bir insan, dünya hayatında asıl bulunuş amacının Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu bilerek, hayatının her anında Rabbimizin hoşnut olacağı davranışlarda bulunmaya çalışır. Dünya hayatının çok kısa süreceğini, insanın asıl olarak sonsuz ahiret hayatı için çaba harcaması gerektiğini bilir. Burada elde edilen tüm menfaatlerin gelip geçici olduğunu, ardından ise Allah’ın huzuruna varıp hesap vereceğini unutmaz. Dünya hayatında Allah’ın rızası, rahmeti ve cenneti yerine, nefsini ve çıkarlarını korumayı hedefleyen insanların ise ahirette sonsuz bir azapla karşılaşabileceklerinin bilincindedir.

Aksinde ise, gösterdiği güzel davranışlara ve fedakârane ahlaka karşılık, Allah kendisini dünyada iyilik ve güzellikle mükâfatlandıracak, ahirette de sonsuza dek benzersiz nimetlerle ödüllendirecektir. Allah, güzel davranışlarda bulunanları Kuran’da şöyle müjdelemektedir:

“Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yunus Suresi, 26)

İşte Hz. Sevde annemiz yaşlı ve ağır bir vücuda sahip olduğu halde Allah resulü eşinin gönlü yaralı yavrularına büyük bir şefkat ve merhamet ile hizmet etmişti. Bu fedakâr hanım bununla da kalmamış Hz. Peygambere olan derin sevgi ve saygısı sebebiyle onun genç hanımı Hz. Aişe’ye de onu hoşnut edecek her türlü hizmetten geri kalmamıştı. Belki hiçbir kadının yapamayacağı bir şeyi sırf eşini ahirette kaybetmemek için nöbetini de ona devretmişti.

Rabbim onlara verdiğin rahmetin kırıntılarına bile muhtaç olan bizleri asr-ı saadetin bu güzel hanımlarının ahlaklarıyla giyinmeyi nasip et bizlere.

Âmin.

  

Buhârî, Edeb, 19; Müslim, Tevbe, 17

Tirmizî, Birr, 16/1924

Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65

Tirmizî, Birr, 16/1923; Ebû Dâvûd, Edeb, 58/4942)

Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

[1][2] Kur'an-ı Kerîm, Nisa Sûresi 128

KAYNAK:HÜRAVAZ

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER