KADIN VE ŞİDDET

Asri asrımızın en acil çözüm bekleyen meselelerinin başında geliyor kadına şiddet…

KADIN VE ŞİDDET

Asri asrımızın en acil çözüm bekleyen meselelerinin başında geliyor kadına şiddet…

Eşi, ailesi tarafından dövülen, öldürülen kadın haberlerine neredeyse her gün gazetelerde, televizyonlarda rastlamak olağan hale geldi. Her kesimden, her sınıftan, her meslekten her kadının maruz kaldığı şiddetin önüne geçilemiyor. Çözüm önerileri, alınan tedbirler hiçbir netice vermediği gibi yaraya tuz basar tarzda meseleyi daha vahim hale getiriyor. Bütün dünyada hükumetlerin de gündeminden düşmeyen şiddet ve cinayetler engellenemiyor.

Neden bu kadar tedbire, desteğe rağmen bu cinayetlerin ve kadına karşı şiddetin önüne geçilemiyor? Bu toplumsal derin yaranın asıl sebebi nedir?

Elbette bu konu da birçok fikir beyan edildi, birçok araştırmalar yapıldı. Fakat üretilen tüm çözümler neticesiz kaldı. Çünkü asıl mesele kadının fıtratına ve ilahi nizama ters bir şekilde devam ediyor.

Kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi için uluslararası hazırlanan bir sözleşme de (CEDAW) temel prensip erkekle kadının eşit olduğu tezine dayandırılmış. Ve bütün çözümler bu minvalde ele alınmış. Erkek ile kadın eşit mi?

Hayır… Erkeklerle kadınlar ne yaratılışta, ne fıtratta eşit değillerdir. Dünya kadınları kadın-erkek eşitliği adı altında eşine Güney Afrika’da bile rastlanmayacak derecede ağır bir sömürgenin altında ezilmektedirler.

Adı geçen beyannamede ülkelerin refah seviyesi çalışan kadın sayısı ile eşit ölçüde değerlendirilmiş. Yani ne kadar kadın evinin dışında bir işte çalışıyorsa o ülke o kadar refah addedilmiş. Hak ve hakkaniyet, eşitlik davası güdenler evinde çalışan kadınları ülkenin geri kalmışlığına en büyük sebep göstererek aslında en büyük hak ihlalini yapmıyorlar mı?

Dışarda çalışan kadın ile evinde çalışan kadının arasındaki hukuku ihlal edenler kadın ile erkek arasındaki hukuku nasıl muhafaza edecekler?

Erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitlik olması için kadınlar ile erkeklerin toplumdaki geleneksel rollerinde bir değişime ihtiyacı olduğu bildirilen bu uluslararası beyannameyi çözüm olarak hazırlayanlara sormak lazım, kadını asıl kimliğinden soyutlamakla kadına en büyük zulmü sizler yapmış olmuyor musunuz?

Bakın problem aslında kendini nasılda ortaya koyuyor. Aslında asıl dert kadının kendi kimliğinden uzaklaşarak erkeğin kimliğine ve rolüne namzet olmasından kaynaklanıyor. Erkekler de kaybettikleri kimliklerini ve toplumdaki geleneksel rollerini muhafaza etmek için medeniyetin başına açtığı bu bela karşısında düştükleri acziyeti şiddetle örtbas etme çaresine başvuruyorlar. Erkeklerin uyguladığı şiddetin tek sebebi içerisine düştüğü acziyettir. Çünkü başka çaresi kalmamıştır. Medeniyet kadının “kadınlık” vasfını silah olarak kullanarak erkeklere doğrultmuş onunla erkeğin varlığını tehdit etmektedir. Erkeklerde varlıklarını korumak için şiddeti tek çare görmektedirler.

Kadın şiddetinin altında yatan asıl mesele kadının kimliğine sahip çıkma hak ve hürriyet mücadelesinden değil erkeğin kimlik arayışı ve kendi bölgelerinin işgal edilmiş olması sebebiyle erkeğin hak ve hürriyet mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Erkekler hürriyetlerine kavuştukları gün kadınlarda şiddetten kurtulacaklardır.

Erkekler nasıl hürriyetlerine kavuşacaklar?

yönelik şiddetin asıl sebebi erkeklerin hâkimiyetlerinin elden gitmesidir. Evet, kimse itiraz etmesin ki artık erkekler evlerine hâkim değiller. Sadece evlerine değil kendilerine de hâkim değiller. Artık erkekler kadının hâkim olduğu bir cemiyette yaşıyorlar. Kadının dünyasında bir parça yer bulmaya çalışıyorlar.

Beşeriyetin geçirdiği her bir devirde kadının hâkimiyeti bir derece hissedilmekteydi. Perde arkasından da olsa saltanatları idare ediyor, devletlerarasında harp çıkarıyordu. Köleydi, cariyeydi yine de hâkimdi. İslam gelene kadar alınıp, satılan hiçbir hak ve hukuku olmayan kadın kendisini İslamiyet ile buldu. İslamiyet kadına iffeti, izzeti haysiyeti kattı.

Dinsiz düşmanlar savaşlarda meydanlarda kuvvetle alt edemedikleri Müslümanlar'ı kendi kadınlarını kullanarak alt etme yoluna gitti. İslam’ın mukaddesatını parçalamaya kast eden dinsizler cennet ayakları altına serilen kadını yoldan çıkarmaya başladı.

Mimsiz medeniyetin kadın taifesini ifsad için büyük paralar harcadığı ve bu işe vazifeli özel komiteler kurulduğunu 1930’lu yıllarda Hz. Bediüzzaman ihbar ediyor ve kadının muhafaza edilmesi gerekliliği üzerine risaleler yazıyordu.

Ne çare kafes bir kere açılmıştı. İslam’ı ve İslam medeniyetini hedef alan dinsiz cereyanlar Müslüman kadınlar üzerindeki hain planı işleme koydular. Tesettür esarettir deyip kadınları sözde esaretten kurtardılar. Başındaki iffet örtüsü olan çarşafını attılar. Sözde hak ve hürriyet nidalarıyla kadınları soymaya başladılar. Ama kadınların açılıp saçılması onlar için yeterli değildi.

Bir taraftan kadınları ekonomik bağımsızlıklarına kavuştururlarken diğer taraftan da erkekleri köleleştiriyorlardı.

Kocasının eline bakmayacak kadar zengin,

İstediği saatte eve gelecek, istediği saatte dışarı çıkacak kadar özgür,

Kadın erkek karışık ortamlarda sohbet edecek kadar entel…

Öyle ya bir kuşun zaafı midesidir. Ona dane ikram ederek onu tuzağa düşürebilirsiniz.

Dünya meftunu olan kadınları dünyayla, kadın meftunu olan erkekleri de kadınlarla tuzağa düşürdüler.

Sokaklarda kafeslemek için kafes ardından kurtardıkları kadını, hayvani ihtirasların dindirildiği bir zevk aletiydi. Piyasanın en bol ve en ucuz metaı, zani bakışların hedef tahtası haline getirenler o kadınların birilerinin anası, birilerinin bacısı, birilerinin kızı olduğunu unutmuşlardı.

Kadınlar da doktor, avukat, profesör vs. mevki makam, para, zenginlik, şöhret sahibi olurken cennetin ayaklarının altından kayıp gittiğini fark edemediler.

Dairelerde, mekteplerde, sokaklarda, özel, tüzel, resmi, gayri resmi bütün alanlarda boy gösteren kadın hâkimiyeti erkeklerin yalnız iş ve aşlarını değil, benliğini de işgal etmeye başladı. Artık erkekleri kamusal alanlarda işgal eden kadın giydiği yahut giymediği kıyafeti, nazı, işvesi ile de erkeklerin ihtiyarlarını selb ediyorlar ve onları sefahat ateşine atıyorlardı.

İşyerinde çalışan kadın patronuyla, iş arkadaşıyla akşama kadar bütün eğlencesini tamamlıyor akşam kocasına da ben de senin gibi çalışıyorum, bende eve para getiriyorum diye tafra yapıyordu. Herkes parası kadar konuşuyordu.

Erkekler artık çaresizlerdi. Ya karısının hercai özgür hallerine sabır edecek, iş arkadaşlarıyla dışarda yemek yemesine, trafik bahanesi ile eve geç gelen karısına göz yumacak deyyusluğu peşinen kabullenecek ya da kan dökecekti.

Artık kimsenin evindeki kızına, karısına, kız kardeşine sözü geçmiyordu. Erkeklerin ekseriyeti hissizleştirilmiş, bütün bütün ar, namus mevhumundan mahrum bırakılmışlardı. Kıskanma, sakınma kalmamış yanlarında çırılçıplak gezen kadınlarını sergilemekten zevk alıyorlardı. Diğer mahrem nazarlara takdim etmekten rahatsız olmuyorlardı.

Bir kısmı bir kere ipi kaptırmıştı. Ne kadar rahatsız olsa da elinden bir şey gelmiyor, Kadının ekonomik özgürlüğünün altında can çekişiyordu. İşte henüz erkeğin geleneksel hislerini kaybetmeyen bu güruh var olabilmek için, içlerine düştükleri hâkimiyet mücadelesinde ayakta kalabilmek için şiddete sığınıyorlardı.

M. Doğan

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER