6-8 Ekim soruşturması neden tartışılıyor?

6-8 Ekim (2014) olayları soruşturması yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da tartışılıyor.

6-8 Ekim soruşturması neden tartışılıyor?

6-8 Ekim (2014) olayları soruşturması yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da tartışılıyor. Avrupa’da Türkiye karşıtlığını en üst düzeyde dile getiren Fransa’nın yurt dışında en çok okunan gazetesi Le Monde bu konudaki haber analizine “Türkiye’de yargı Kürt muhalefetin 82 yöneticisinin tutuklanmasına hükmetti” başlığını attı. [1] Türk yargısının adım adım “ülkenin ikinci muhalefet partisi, solcu ve Kürt yanlısı HDP’nin kökünü kazıma işlevini sürdürdüğünü” öne süren gazete, bu olayları “Kobani’de karşı karşıya gelen PKK ve DAEŞ’ı birbirine kırdırmak için Ankara’nın hareketsiz kalmasına” halkın gösterdiği tepkiye bağlıyor. Le Monde Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu’nun “halkı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye” çağırırken PKK’nın bir gün önce yayımladığı metni kullanmasına “terör örgütüyle bağ ve şiddete çağrı” kriterleri bağlamında hiç değinmiyor. HDP ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yetkililerinin karar aleyhine yaptıkları açıklamaların da aktarıldığı analizde, ayrıca Sezgin Tanrıkulu’nun soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcısının nikah töreninden sonra eşiyle birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yaptığı ziyaretle ilgili sözlerine “düğün hediyesi” alt başlığıyla atıfta bulunuluyor ve yargının bu konuda talimatla harekete geçtiği ima ediliyor. Gerekçe olarak AK Parti’nin 2015’ten beri oy kaybederek “milliyetçi aşırı sağ” olarak nitelenen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile ittifak yapmak zorunda kalması gösteriliyor. Bu kayba neden olduğu imasıyla HDP ve kardeş partisi Demokratik Bölgeler Partisi’ne (DBP) düzenlenen operasyonlardan, “PKK ile gizli anlaşmaları gerekçesiyle” görevden alınan belediye başkanlarından söz ediliyor. Bu cümle dışında, PKK’dan ve neden olduğu terör eylemlerinden hiç söz edilmediği gibi, sandıktan çıkan başkanların görevden alınması “seçmen iradesinin hiçe sayılması” olarak niteleniyor. Haber analiz bu çerçevede sunulduğu için, okur yorumları da doğal olarak konuyla ilgili hususları değil, kendilerine yansıtılan “Erdoğan imajına” yönelik nefreti yansıtıyor.

Ayrılıkçı terörden çok çeken İspanya’da bile medyanın (PKK’yı biraz açarak terör eylemlerinden cılız şekilde söz etmekle birlikte) konuyu olumlu çizgide aktarmadığını belirtmek gerekir. Örneğin El Pais soruşturmayla ilgili olarak Le Monde ile benzer bir başlık kullanıyor. Acı ama gerçek olan şu ki içeriğinde PKK ile iki yıl önce kendini feshetmiş olan ETA’nın eylemleri, kurduğu siyasi partiler, İspanyol yargısının Batasuna’nın kapatılması kararı, lideri Arnaldo Otegi başta olmakla üzere birçok yöneticisi hakkında aldığı mahkûmiyet ve seçim yasağı kararları ile herhangi bir paralellik kurulmuyor. İspanyol hükümetleri kuşkusuz Türkiye’ye birçok konuda destek veriyor ya da en azından anlayışlı davranıyor olsa da, aynı şeyi medyası için söylemek kolay değil.

 Ayrılıkçı terörden çok çeken İspanya’da bile medyanın (PKK’yı biraz açarak terör eylemlerinden cılız şekilde söz etmekle birlikte) konuyu olumlu çizgide aktarmadığını belirtmek gerekir. Örneğin El Pais soruşturmayla ilgili olarak Le Monde ile benzer bir başlık kullanıyor.

Terörle organik bağ ve şiddete çağrı

El Pais’in Andres Mourenza imzalı haber analizinde[2] Le Monde’dan farklı olarak, bir hükümet kaynağına atıfla, bu yöneticilerin tutuklanmasının ardında, sokak eylemleri çağrısının PKK ile işbirliği halinde alınmasının bulunduğuna ve HDP’nin terör örgütünün siyasi kolu olduğuna ilişkin sözlerine de yer veriliyor. Ama Mourenza bu kaynağın, soruşturmanın şimdi yeniden açılmasını izah edemediğine vurgu yapıyor.

Kitaplarımızda da belirtmiş olduğumuz gibi, terörle, terör örgütüyle organik bağ ve şiddete çağrı veya övgü bir siyasi partinin (faaliyetlerinin yasaklanması dahil) engellenmesini haklı kılan önemli bir kriter. Hatta kabul edilebilir tek ölçüt olduğunu vurgulamakta yarar var. Ülkelerin bağımsızlıklarına ve toprak bütünlüğüne aykırı program veya söylemleri olan siyasi partilerin yasaklanmasına ifade ve örgütlenme özgürlüğü bağlamında karşı çıkan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu kriter söz konusu olduğunda hassas davranıyor. Nitekim AİHM 30 Haziran 2009 tarihinde oybirliğiyle aldığı kararla, ayrılıkçı Bask terör örgütü ETA’nın siyasi kolu olan (o zamanki ismiyle) Batasuna’nın İspanya Yüksek Mahkemesi’nce alınan, Anayasa Mahkemesi’nce benimsenen yasa dışı ilan etme kararına karşı, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne engel olduğu gerekçesiyle yaptığı başvuruyu reddetmişti. Başka bir deyişle Batasuna ve öncülleri Herri Batasuna ve Euskal Herritarrok’un yasa dışı ilan edilme kararını onamış ve bu konuda emsal oluşturmuştu.

Kabul etmek gerekir ki Batasuna kararı İspanya’nın 3 Mayıs 2018’de kendisini fesheden ayrılıkçı terör örgütü ETA ile mücadelesi açısından hayati önem taşır. 2003’ten itibaren, çeşitli isimlerle genel ve yerel seçimlere katılmak amacıyla kurduğu seçim platformları tümden yasaklanan veya teröre bulaşmış isimlerinin katılımı engellenen ETA, son yıllarını cezaevinde geçiren lideri Otegi’nin de çabalarıyla 20 Ekim 2011’de tek taraflı olarak silah bıraktığını açıklamış ve örgütünü tasfiye yoluna girmişti.

Batasuna kararı HDP için emsal oluşturmuyor mu?

Hukukçularımızca sık sık atıfta bulunulan Batasuna kararı, Anayasa Mahkememizce 11 Aralık 2009 tarihinde kapatılan, HDP’nin öncülü DTP için emsal oluşturmadı. AİHM 12 Ocak 2016’da aldığı kararla DTP’nin ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ortadan kaldırıldığına ilişkin başvurusunu kabul etti. Söz konusu kararıyla özetle, Türkiye’nin DTP’yi kapatarak AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) örgütlenme özgürlüğüyle ilgili 11. maddesini ihlal ettiğine, milletvekillikleri düşürülen eş başkanlarının söylemlerinin partinin kapatılmasına gerekçe oluşturmadığına, bu nedenle kendilerine tazminat ödenmesine hükmetti.

Bu kararı AİHM’in çifte standart uyguladığı gibi kolaycı bir yaklaşımla izah etmek mümkün ama doğru değil. Çünkü AİHM anayasa mahkemelerinin parti kapatma kararlarını hangi mevzuata göre aldığını da inceliyor. Her ne kadar kapatılmaları güçleştirilmiş olsa da, anayasamızın 68. maddesi siyasi partilerin “terörle organik bağ ve şiddete çağrı” kriteri dışında, kapatılmalarına esas olabilecek uymaları gereken hususları da sıralıyor; siyasi partiler kanunumuz da bu doğrultuda elbette.

Son iki kitabımızda ayrıntılı olarak aktardığımız üzere, uzun yıllar siyasi partilerle ilgili bir mevzuatı olmayan İspanya’da ise Batasuna ve öncüllerinin kapatılmasının, ardıllarına engel olunmasının yasal temelini 27 Haziran 2002 tarihli Siyasi Partiler Organik Yasası (SPOY) oluşturuyor. Bu yasa, bir siyasi partinin kapatılmasına neden olacak tüm olasılıkları içeriyor. Kamuoyunda “Anti-Batasuna Yasası” olarak bilinen bu yasa, örneğin terör örgütüne açık siyasi destek vermekten, örgütü terör örgütü olarak nitelemekten ya da ismini açıkça zikrederek eylemlerini kınamaktan kaçınmaya kadar her türlü eylemi, siyasi partilerin şiddet ve terörle bağlantılı olduğunun kanıtı olarak ortaya koyuyor.

Özet olarak, altını çizmek gerekir ki bir süredir başka bir isim altında müttefik saydıkları PKK’ya siyasi, ekonomik ve askeri destek veren başta ABD ve Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin HDP’nin yönetici ve üyelerine karşı yargının aldığı kararlarla ilgili olarak medya üzerinden algı operasyonu yapmaları şaşırtıcı değil. Ama bu husumetin, yapmamız gereken bir ev ödevimiz olduğunu da unutturmaması gerekiyor. O da (uzun süredir altını çizegeldiğimiz üzere) siyasi partiler mevzuatımızı, anayasamızda yer alan hükümlerle birlikte, AİHM’in Batasuna kararına uygun olarak güncellemektir.

[“Agur, ETA artık yok” (Aralık 2018), “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli” (2006) ve “Euskal Herria: İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” (1999) kitaplarının yazarı olan Akın Özçer emekli Dışişleri mensubudur]

AA

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER