Düşman askerlerine korku ve keder salan zümre, Osmanlı'nın deli süvarileri

Düşman askerlerine korku ve keder salan zümre, Osmanlı'nın deli süverileri

Düşman askerlerine korku ve keder salan zümre, Osmanlı'nın deli süvarileri

Küçük bir beylikten cihan imparatorluğuna dönüşen Osmanlı'nın büyümesindeki en etkili unsurlardan biri, kurduğu sistemli ordularıydı. Bu ordudaki askerlerin hepsi savaşmayı İslam'a hizmet olarak gördü ve "ölürsek şehid, kalırsak gazi" anlayışıyla olağanüstü başarı örnekleri sergilediler. Halk bu askerlere Deli lakabını verdi ama nedeni akıl sağlığı değildi. Osmanlı ordusundaki Deliler kimdi? Görevleri neydi?

DELİLER KİMDİR?

Osmanlı fetihlerinin sürdüğü ve toprakların genişlemeye devam ettiği dönemde Rumeli sınır boylarında düşmanlara korku salan yeni bir askeri sınıf ortaya çıkar. Görünüşleri ile düşman askerlerinin yüreğindeki korkuyu açığa çıkaran bu yeni süvari sınıfına halk Deliler adını verir.

ÜÇ SINIFTAN OLUŞUYORDU

Osmanlı Devleti'nin askeri teşkilatı içerisindeki ordular; Kapıkulu Askerleri, Eyalet Askerleri ve Yardımcı Kuvvetler olarak çeşitli sınıflara ayrılır. Bu askeri sınıf içerisinde yer olan bir zümre, diğer askerleri zümrelerden ayrı değerlendirilir. Bu askeri grup, Eyalet Askerleri sınıfında yer alan Azaplar veya Deliler ocağıdır. İlk Deliler teşkilatını, Aydınoğlu Umur Bey İzmir'de kurdu. Umur Bey, Latinlerle yaptığı çarpışmalarda, Deliler denilen donanma askerlerinden çok faydalandı. Osmanlılarda ise, henüz Yeniçeri Ocağı kurulmadan önce, Deliler teşkilatı mevcuttu. Deliler, Anadolu'dan toplanmış dinç ve kuvvetli Türk gençlerinden meydana geliyordu. Bunlar; yaya, kale ve donanma delileri olmak üzere üç sınıftı.

ORDUYA BÜYÜK HİZMETTE BULUNDULAR

Deliler 15'inci yüzyılın ortalarından başlayarak görünmeye başlar ve 16'ıncı yüzyılda tam bir düzene erişir. Meşhur Müverrih Mehmet Neşrî'nin aktardığına göre 1444 yılındaki Varna ve 1448 yılındaki Kosova Muharebelerinde Osmanlı ordusunun bir parçası olarak savaşırlar. Olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ön plana çıkan Osmanlı'nın korkusuz süvarileri Deliler, uzun yıllar boyunca orduya büyük hizmette bulundular. Lakapları Deli'ydi ama bunun nedeni akıl sağlıklarıyla alakalı değildi tam tersine gözü kara oldukları içindi. Öyle ki Osmanlı toplumundaki anlamı çok büyük olan bu azaplardan, Evliya Çelebi de Seyahatnâme'sinde bahsetmişti:

"Muhabbetli ve seci askerlerdir. Başlarında taçları samur ve aslan postundan kalpak taç koyup arkalarında bebr, kurt ve ayı postları vardır. Koltuklarının altlarından karakuş kanatları bağlıdır, ellerinde kurt derisi sarılı olup nicesinin alet ve silah levazımı kendisini garip ve acayip şekle koyar. Korkunç ve düşmana bela salarlar, askeri zaferleri daimidir."

EVLENMELERİ YASAKTI

Osmanlı ordusunun fedaileri olan deliler (azaplar) Osmanlı teşkilatında ordunun en ön safında yer alırlardı. Evlenmeleri yasaktı. Genellikle savaşlarda zırh giymezlerdi. Düşmanı endişeye sevk eden giyimleri ve güçlü elleriyle düşmanı yere sererlerdi. Azaplar, Anadolu'dan toplanmış dinç ve kuvvetli Türk gençlerinden meydana geliyordu. Bunlar; yaya, kale ve donanma azapları olmak üzere üç sınıftı. Azaplar her evden gençleri çağırmak suretiyle seçilirlerdi. Bunlar dinç, kuvvetli bekar erkeklerdi.

VERGİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ YOKTU

Maaşlar ailelerine ödenir ve savaş boyunca asla vergi ödemezlerdi. Başlarına kırmızı börk giyerlerdi. Deniz azapları başında bulunanlara reis denilirdi ve bunlar yükselince kadırga reisi "kaptan" olurlardı. Gemilerde bulunanlara "Azaban-ı donanma", tersanede olanlara "Azaban-ı tersane" denilirdi. Burada bir kışlaları mevcuttu. Şimdi buraya Azapkapı deniliyor. Ok, yay, pala, kakan gibi silahlar kullanırlardı. Ayrıca, hudut kalelerinde yaya azaplarından teşkil olunan bir azap birliği görev yapardı. Kale içinde oturan bu askerlerin bir kısmı ulufeli (maaşlı), bir kısmı tımarlıydı ve her kalede belli bir değişmez sayıda idiler. Azap teşkilatı, Sultan İkinci Mahmud Han döneminde kaldırıldı.

PERVASIZCA TEHLİKEYE ATILIRLARDI

Halk onlara Deliler lakabını takmıştı ama bu lakap akıl sağlıklarının yerinde olmamasından değil, tam anlamıyla gözü kara olduklarından dolayı verilmişti. Yine eski kaynaklara göz gezdirdiğimizde bu insanlara neden Deliler denildiğini Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet'ın 1684 yılında yayınlanan Les Travaux de Mars ou l'Art de la Guerre adlı eserinde görebiliyoruz:

"Bunlar öylesine cesurdurlar ki bir kralın hizmetine girdikten sonra, onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Türkler onlara deli adını vermişlerdir ve bu ad, dillerinde "gözü pek" anlamına gelir."

Yine bir başka Fransızca kaynakta, 1672'de, Fransız elçisi maiyetinde İstanbul'a gelen Antoine Galland'ın yayınlanan günlüklerinde Deliler'den şöyle bahsedilir:

"Deli sözü Türkçe'de mecnun anlamına gelir, ama bundan bu adamların mecnun ya da akıllarını yitirdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, kendilerini tehlikeye atmak konusunda gösterdikleri azim ve inattan, nefislerini tehlikeye gerçekten deli imişçesine bir pervasızlıkla atışlarından dolayıdır."

SADAKATLERİ SONSUZDU

Genelde Beylerbeyi'nin ya da Bosna ve Semendire sancak beylerinin maiyetinde bulunan deliler aylıklarını hizmet ettikleri bu beylerden alırlardı. Ne sadakatlerinden ne de cesaretlerinden en ufak kuşku duyulmadığı için de bu beylerin özel korumaları olmaları son derece olağandı. Barış dönemlerinde etkileyici ve sıra dışı kıyafetleri ile sadrazamların düzenlediği divan alaylarının en önünde giden Deliler sadrazamlara yol açar, olası suikastlara karşı efendilerini korurlardı. Sefer sırasında ise ordunun en ön safında giden Deliler korku bilmeksizin düşmanın içine dalar, onların hatlarını yarmaya çalışır ve canlı esir ele geçirerek düşman hakkında bilgi edinmeye çalışırdı.

FİZİK YAPILARI ÇOK ÖNEMLİYDİ

Deli Ocağı'na katılmak kolay değildi. Delilere katılmak isteyen bir kişinin öncelikle iki temel koşulu yerine getirmesi gerekiyordu: Gösterişli ve korkutucu bir fizik yapısına sahip olmak, savaşmaktan ve ölmekten korkmadığını, cesaretini kanıtlamak…

Bu koşulları yerine getirip kendini ve cesaretini kanıtlayarak eğitim aşamasını başarıyla tamamlayan Deliler, düzenlenen bir tören ile yemin eder ve ocağa özgü başlıklarını giyerek Deliler Ocağı'na resmen katılmış olurlardı. Bayrak adı altında 60'şar kişilik küçük ocaklara ayrılan Delilerin birkaç ocağı bir delibaşının emrine verilirdi. Delilere katılmak için ırk ya da dinin bir önemi yoktu. Genellikle Türklerden oluşmasına karşın Deliler Ocağı'nda Boşnak, Sırp ve Hırvatlara da rastlamak olasıydı.

SIRASI GELEN DELİBAŞLIĞA YÜKSELİRDİ

Deliler her biri "bayrak" denilen elli altmış kişilik ocaklara ayrılırlardı. Delilerin başında bulunan kişilere ise "delibaşı" denilirdi. Birkaç bayrak birleştirilerek bir delibaşının emrine verilirdi. Delibaşlarının emrinde gönüllü ağası, bölük ağası, unvanlarını taşıyan daha küçük rütbeli deli zabitleri vardır. Deli askeri olmak isteyen bir genç önce "zobu" adıyla anılan ağalardan birinin yanına verilip yetiştirilir, burada ocağın usul ve kaidelerini öğrenirdi. Kendini ispatladıktan sonra devlete hizmet edeceğine, hiçbir kavgadan geri dönmeyeceğine dair söz verirdi. Daha sonra törenle başına deli kalpağı giydirilir ve "ağa çırağı" olarak deftere kaydedilirdi.

Sırası gelen genç ağalığa geçer, hatta delibaşılığa bile yükselebilirdi. Verdiği sözü tutmayan ocak kurallarına uygun hareket etmeyen deli, başından kalpağı alınıp keçe külahı giydirilerek teşhir edildikten sonra ocaktan kovulurdu.

EN ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİ KIYAFET BİÇİMLERİYDİ

Delileri Osmanlı'nın diğer askeri birliklerinden ayıran en önemli özellikleri hiç kuşkusuz kıyafetleriydi. Delilerin elbiseleri aslan, kaplan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerinden yapılır, rahat hareket edebilmek ve yaralandıklarında yaraları ile de düşmana korku salmak için zırh tarzı giysi giymezlerdi. "Serhatlik" adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi.

Delilerin deli kalpağı adı verilen kalpakları çizgili sırtlan, kar leoparı, samur ve pars benzeri vahşi hayvanların derisinden yapılır, bu kalpakların üzerinde kartal kanadı ya da tüyleri bulunurdu. Kullandıkları başlıca silahlar ise Macar usulü bir mızrak, kılıç, satır balta, bozdoğan, şeşper, gürz ve savaş çekici idi. Delilerin atları da en az kendileri kadar sıra dışıydı. Atlar çoğu zaman kartal tüyleri ile süslenir, atın kafası üzerine serilen bir aslan postunun ağzından çıkardı.

YERLİ VE YABANCI YAZARLARIN DELİLERİ TASVİRİ

Deliler'in korkusuzluğu ile ilgili olaylar, tarihçilerin gözünden kaçamadı ve pek çok yerli ve yabancı yazar eserlerinde bu olayı tasvir etti…

Delilerin tarihte sahne aldığı ilk savaş olarak bilinen 1444 Varna Savaşı ile ilgili Vatikan kütüphanesinde, "Imperatorum Turcarum Historiae (1373-1512) adıyla kayda geçirilen yunanca el yazması eserde bu savaştaki deliler şu şekilde anlatılmıştır:

"Her iki taraftan ordular görülünce Sultan Murad, bir dağın eteğine gitti ve karışan ve muharebe eden orduları müşahede etti. O vakit harp aletleri çalındı ve muharebe ettiler. On beş bin Türk süvarisi ayrıldı ve Macarların üzerine yürüdü. Bunların hepsi silahlarının üzerine beyaz gömlekler giyinmişlerdi. Bunları yeşil gömlekliler takip ettiler. Bunların kartal kanatları vardı ve bu kimselere deliler diyorlardı. Birbirlerine karıştılar ve muharebeye girdiler her iki taraf cesurane cenk ettiler."

Neşri, Kitab-ı Cihannüma adlı eserinde 1448'deki Kosova savaşındaki delilerin hücumlarını şu şekilde tasvir etmiştir:

"...topların, tüfeklerin seslerinden kulaklar sağır oldu, gürültüsünden beyinler dondu; okların vızıltısından hava yüzünden periler korktu, bu ulu cengin heybetinden deniz dibindeki balıklar ürktü, dağ canavarları vatanlarını koyup gittiler, ses bağırtıdan, yankıdan, atların kişnemelerinden, erenlerin naralarından, bağırıp çağırmalar nefirinden ödler patladı, nicelerinin korkudan ödleri sıttı, nicelerinin başı gitti, kan ırmak gibi aktı, dumandan tozdan havanın yüzü kapkara oldu, can alıcı can almaktan yoruldu... Deri takkeli delilerin atlarının boyunlarında öten ziller, dürtüştükleri kâfirlerin iniltileri ve figanları idi. Bu garip tarz ve acayip tavırla kâfirlere köpeksiz koyuna kurd girer gibi koyuldulardı... Dünya depreme tutuldu, Kafdağı yerinden oynadı, gökler yer üstüne yığıldı sandılar, gaziler kâfirleri öyle kırdılar ki..."

Kanuni Sultan Süleyman'ın 1538 tarihinde düzenlediği Boğdan seferinde İshakçı Köprüsü geçilirken yapılan törende ilk defa çok sayıda delinin sefere katıldığına şahit olan Celalzade Mustafa, Tabakâtü'l-Memâlik Derecâtü'l-Mesâlik adlı eserinde bu anı şu cümlelerle aktarmıştır:

"Akıncıların gerisinde, kurt takkeli, tekne kalkanlı, kartal kanatlı, ayı ve kaplan postundan elbise giyenler, Kerbela tesbihli, çıkrık mahmuzlu, salaklı (ucu zincirli topuz), pek tuhaf kıyafetli divaneler sıralandılar." (Academia- Osmanlı Devleti'nin Çılgın Süvarileri: Deliler)

fikriyat.com

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER